Bahçeli’nin çıkışının ilk planda “Başkanlığın yolunu açıyor” ve “Geri planda bir anlaşma olmalı” tarzında okunması şaşırtıcı değil.
Başbakan Yıldırım’ın hemen devreye girip Bahçeli’ye teşekkür etmesi de bu algıyı besleyen bir gelişme oldu.
Bahçeli’yi “Akşener gailesi”nden Ak Parti’nin kurtardığı algısı da, ortada bir örtülü uzlaşma alanı olabileceği ihtimallerine zemin hazırlıyor.
Bir de, “Türkiye’nin beka meselesi” değerlendirmesindeki birliktelikten hareketle, hem FETÖ ile hem PKK terörü ile mücadelede daha yakın tavırlar içinde bulunmanın, Bahçeli’yi “Şu ukdeyi çöze
lim” yaklaşımına sevk etmesi ihtimali yabana atılır bir durum değil.
Öyleyse, Bahçeli Erdoğan’ın başkanlık yolunu açtı! Mı?
Cumhurbaşkanı’nın halk oyu ile seçilmesinden bu yana Türkiye’nin bir yönetim sorunu olduğu doğru. Halk oyu ile yetkilendirilmiş ama statüsü parlamenter sisteme göre “sorumsuzluk” çerçevesinde belirlenmiş bir Cumhurbaşkanı... Bu Cumhurbaşkanı “Halk beni yetkilendirdi” diyerek, Anayasa’daki daha önce sembolik çerçevede kalan “İcranın başı” yetkisini fiili olarak kullanmaya yönelirse ne olur?
Türkiye’de olan olur.
Hele iktidardaki parti, Cumhurbaşkanı’nın içinden geldiği, hatta kurucu lideri olduğu bir parti ise Cumhurbaşkanı “Fiili Başkan” olur.
Fiili başkan olur ama bu sistemdeki sorunu ortadan kaldırmaz.
Hele iktidardaki parti, Cumhurbaşkanı ile uyum içinde olmazsa, sistemdeki sorun daha çok kanamaya yol açar.
Bu sorun çözülmeli mi?
Evet çözülmeli. Bunda aslında partiler arasında ihtilaf da yok.
Ancak Ak Parti “Bu, fiili durum hukukileşerek, sistem başkanlık - yarı başkanlık vs hale getirilerek çözülmeli” diyor, muhalefet ise parlamenter sistemde ısrar ediyor. Muhalefetin parlamenter sistemde ısrar ederken, Cumhurbaşkanı’nın seçiminin halk oyu ile olup olmaması konusunda ne dediği ise pek bilinmiyor.
Bahçeli’nin çıkış konuşması ilginç aslında. Hatta sırf o konuşmadan yola çıkarak, “Bahçeli iktidara pas atıyor” okuması yapmak da kolay değil.
Orada parti olarak parlamenter düzenden yana olduğunu ifade ediyor. Türkeş’in başkanlık sisteminden yana olduğu görüşünü reddediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Fiili başkanlık” rolünü sert ifade lerle sorguluyor. “Anayasa çiğnenmekte, suç işlenmekte, görevinin sınırlarını taşırmakta, Türkiye’nin mukavemeti esnemekte, zayıflamakta” gibi ifadeler kullanıyor.
“Anayasa fiilen değiştirilemez”diyor ve tam orada “Değiştirecekseniz” diye başlayarak bilinen önerisini yapıyor. Özetle;
“Getirin anayasa değişiklik paketinizi, Meclis görüşsün, kabul görürse halka gidelim, halk başkanlığı onaylarsa ne ala, onaylamazsa da halkın kararına razı olun” diyor.
Ertesi gün yapılan, MHP İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in açıklamasına göre, “Ak Parti’ye ‘330’u bulmanıza yardım ederiz’tarzında verilmiş bir söz yok.”
Bunlar, “Bahçeli diyet ödüyor” gibi bir algıyı silmek, MHP tabanını tatmin etmek gibi zevahiri kurtarma yollu sözler değilse, halen Meclis’te 330’u bulma problemi vardır, demektir.
Peki 330 bulunmayacaksa Bahçeli’nin çıkışının bir anlamı olabilir mi?
Yani 330 bulunmayacak, Meclis’te başkanlık için getirilen anayasa değişikliği reddedilecek... Sonra?
Sonrası bugünkü durum.
Ak Parti ve Cumhurbaşkanı, bugünkü durumu kabul edilebilir bulmadığına göre ve bugünkü durum gerçekten sorun üreten bir yapı olduğuna göre, orada kalınamaz.
İşte orada, Ak Parti, Meclis aritmetiğini değiştireceğini umduğu “demokratik çare”ye başvurur. “Seçim” der. Seçimde 330’u bulmak için kolları sıvar.
Kimbilir belki de Bahçeli, böyle bir ihtimal hesabını dikkate aldığı için, erken seçim yerine bir referandumu devreye sokmayı tercih etmiştir.
Başbakan Yıldırım’ın, Bahçeli’nin konuşması üzerine altı boş bir heyecan gösterisine girebileceğini düşünmek tabii değil.
Bahçeli’nin ilginç bir siyasetçi olduğu kanaati, her geçen gün daha bir pekişiyor vesselam.
3 Kasım 2002’de de Türkiye’yi seçime Bahçeli götürmüştü, kendisi baraj altında kalmıştı ve Ak Parti yüzde 34 oyla, Meclis’te yüzde 67’lik bir temsil kazanmıştı. Bahçeli gerçekten bir siyasi fenomen!