Beddua etmeyi alışkanlık haline getirmiş... Ağzından “insan gübresi, Yezit, Firavun” kelimeleri eksik olmayan... Ne hikmetse “alüfte”yi de, “alüfteye gidecek olanı” da “haremi ismette yaşananı” da, bilen bir zatın yakın gelecekte kurtarıcı olarak görevlendirileceğini vaaz eden “Bağışçı” Aymaz’ın aymazlığını okudunuz mu?
Diyor ki, “Şeyh Efendi bizlere bol bol dua etti ve ilginç bir şekilde 2016 yılının çok zor geçeceğini, felaketlerin yakın olduğunu ve 2016 yılında göğsü yumruklandıkça genişleyen Sâlih Zât’a görevinin bildirileceğini söyledi.”
Hızını alamayıp devam ediyor “Kendisinin (Şeyh Efendi) de bunu bilmediğini, bunun çok büyük bir sır olduğunu fakat artık sırrın dünya semalarına indiğini belirtti.” (Abdullah Aymaz)
17/25 Aralık darbe teşebbüsü döneminde özellikle Türkiye’yi Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry’e şikayet eden 88 Kongre üyesinin 40’ına Paralel Yapı elemanları tarafından yüklü miktarda bağış yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Tam o dönemde 17 Aralık 2013’te Zaman gazetesi yazarı ve Paralel Yapı içinde “hoca” olarak anılan Abdullah Aymaz’ın da 500 dolar bağışta bulunduğunun belgelerini yayınlamıştım.
Ve sormuştum, Abdullah Aymaz bir Kongre üyesine neden bağış yapar?” diye. Beni mahkemeye vermişti bu yazım nedeniyle.
Aynı Abdullah Aymaz, bu kez bir şeyh efendiye atıf yaparak kehanette bulunmuş. 2016 yılının bir felaket yılı olacağını ve “göğsü yumruklandıkça genişleyen Salih Zat”a görev verileceği kehanetinde. (Ağzından beddua eksik olmayan Fethullah Gülen mi desek)
Ben din adamı değilim. Mütevazı bir Müslümanım. Lakin İbni Arabi’yi de, Bediüzzaman’ı da eh az buçuk okudum. Tasavvuf erbabının seyri sülüğüne vakıfım. Üstüne üstlük, Şia’nın “imamiyet” meselesini de eh bilirim. İnanmayan Ali Ünal’a bunu sorabilir!
Ebced ile uğraşanlara, Mehdi bekleyenlere, kurtarıcıya bel bağlayanlara elbet vakıfım.
Lakin, İslam’ın hiçbir ana akımının “yalan”da, “iftira”da, “tecessüs”te, “gasp”ta sınır tanımayan hiçbir kimseye hiçbir kurtarıcılık vermeyeceğini bilirim.
Süleyman aleyhisselamın kıssasındaki gibi serçenin kanadını kıran zatın üzerindeki derviş hırkası çoktan alınmıştır. Hırkanın altındaki çirkinlik apaçık ortadadır. Hırkasız kalmışların, bırakın milleti kurtarmayı, inandırıcılığı kalmamıştır.
Abdullah Aymaz gibi Amerikan kongre üyelerine bel bağlayan aymazların tabana mesaj vermek için dinin mistik yönünü kullanmaya çalışması en hafif şekliyle Allah’ın sünnetullahına karşı durmaktır.
Allah müstehakınızı versin.
CHP: Oynamaya niyeti olmayan gelin
Oynamaya niyeti olmayan gelin yerim dar dermiş. Mazeret üretmekte mahir olan CHP zihniyeti yine devreye girdi. CHP’liler daha ilk toplantıda “Parlamenter sistemin esas kılınması” şartını öne sürerek Anayasa komisyonu masasını dağıttı.
“Anayasa’nın ilk 4 maddesini tartışmayız, parlamenter sistemin devamını isteriz” diyen CHP’lilerin tavrı, “sivil bir anayasayı tartışmayı bile istemiyoruz” demektir.
Başbakan Davutoğlu ile 28 Aralık 2015’te Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da bir araya geldiğimizde, “Ben anayasaların açık olması gerektiğini düşünüyorum. Anayasanın ilk 4 maddesine ben inanıyorum. Ama halkıma güveniyorum, kuracağımız sisteme güveniyorum. Aidiyeti kuvvetliyse bu maddeleri değiştirmeye ihtiyaç olmaz” demişti. Bu açıklamanın CHP tarafında bir yumuşamaya neden olacağını düşünmüştü.
Fakat önceki gün toplanan Anayasa komisyonunun CHP’li üyeleri, hiçbir müzakereye açık olmadıklarını gösterdiler.
CHP’nin bu tavrı, 7 Haziran seçimlerine giderken HDP eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” diye 3 kez tekrarladığı tek cümlelik grup konuşmasından bir farkı yoktur.
AK Parti, MHP ve HDP ile bir yol yürür. O yol tıkandığında AK Parti, anayasa çalışmasını parlamentonun gündemine taşır. Meclis’ten sonra bu işi millet gider.
Zaten, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne dedi, “Millete gidin, bakın millet size ne diyor. Haydi millete gidelim. Milletin verdiği karara da uyalım.”
CHP’nin tavrından sonra “sistem değişikliği” daha da elzem olmadı mı sizce de?