Barzani vazgeçmezse bağımsızlık referandumu önümüzdeki hafta pazartesi günü yapılacak. İkna çabaları, örtülü-açık tehditler, kimi teklifler işe yaramış gibi görünmüyor.
Bölgeyi takip eden hemen herkesin görüşü; Barzani’nin siyaseten kendisi ve partisiyle birlikte Irak’ın kuzeyinde vücut bulan Kürt özerk bölgesinin kazanımlarını riske attığı yönünde.
Sadece siyasi-ekonomik kazanım kaybı değil söz konusu olan. Ne yazık ki can kayıpları da...
Bölgenin adı her ne kadar Kürt özerk bölgesi olsa ve geçmiş on yıllarda kasti müdahalelerle nüfus-nüfuz dengesi değiştirilmiş de olsa bölge halkı etnik ve mezhebi farklılıklara sahip.
Kürtler, Türkmenler ve Arapların bir arada yaşadığı bölgede referandumdan vazgeçilmezse ve ardından bağımsızlık ilan edilirse eğer, ne yazık ki çoklu bir çatışma öngörülüyor.
Bu durumda -ABD’nin Irak’a 90’lardaki ilk müdahalesiyle başlayan, 2003 işgaliyle süren ve Arap Baharının en ağır kışını yaşayan Suriye’yle birlikte kan çanağına, terör yatağına dönen- bölgede küçük bir istikrar adacığı konumundaki Kürt özerk bölgesi de türedi teröre -daha- açık olacak demektir.
Bu ise Barzani’nin kendisiyle birlikte vatandaşlarını dabir benzeri Suriye’de görülen ve vesayet savaşları, açlık, yokluk, sürgün, mülteci konumuna düşmek, sahip olduklarını ve hayallerini kaybetmek şeklinde ifade edilebilecek riskli bir sürece sürüklediği anlamı taşıyor.
***
Türkiye IKBY’deki referanduma başından beri ilkesel ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde net bakıyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını savunuyor.
Erbil ile ekonomi temelli iyi ilişkiler kurmuş olması bu ilkeden taviz verildiği ya da Bağdat ve Erbil arasında bir seçim yaptığı anlamı taşımadı, taşımıyor.
Otonomi hakkını ta 1970’de almış, 1990’da hayata geçirmiş, 1992’den beri de iyi-kötü bir parlamentoya ve hükümete sahip olan, siyasi varlığını 2005’te yazılan Irak Anayasası’yla kayda geçiren özerk bir komşu ile nasıl bir ilişki kurulmalı idiyse o ilişkiyi kurdu Türkiye.
331 kilometrelik bir sınır hattında sırt sırta olduğu değişmez gerçeğin gereğince. Kendi ulusal menfaatlerini gözeterek, Erbil’in ve Bağdat’ın demokratik gelişimine yardımcı olarak.
Barzani yönetimiyle 90’larda Özal’la başlayan ilişki 2000’lerin ikinci yarısında görünür oldu ve Irak Anayasası’ndaki hukuki zemine yaslandı. Bunun ötesinde tüm ikili görüşmelerde masadaki başlıklardan biriydi Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması bahsi.
Kuzey Irak’taki toplum yapısının korunması, Musul ve Kerkük’ün nüfus oranlarıyla oynanmaması, Türkmenlerin dil, eğitim, kültürel hakları, siyasi temsil, bürokraside varoluş gibi ihmal edilen, baskılanan sorunlarına muhataplar nezdinde çözüm arandı.
***
Ankara’nın Erbil ile ilişkisi iki başlıkta özetlenebilir.
Biri, siyasi. Erbil’le ilişkisine etnik, dini, mezhebi gözle bakmadı, asabiye siyaseti gütmedi Türkiye.Oradaki Kürt, Türkmen, Arap ya da Sünni-Şii varlığın kendi toplumunda da olduğu gerçeğini göz ardı etmedi. Bir sıralama yaparsa burada negatif karşılık bulacağını da bilerek.
Bu bağlamda Türkiye bugün “referandum kararı yanlış” derken Barzani karşıtlığı yapmıyor. Kürt karşıtlığı hiç yapmıyor.Ama coğrafya için yaklaşan tehlikeyi görüyor, diplomatik yollarla, soft power’la ikna etmek, süreci yönetmek istiyor.
İkincisi hukuki.IKBY’nin Irak merkezdeki hukuki varlığına gerektiği kadar saygı gösterdi Ankara. Erbil’e “Irak toprak bütünlüğünü bozmayın” derken siyasi öngörü değil sadece motivasyonu. 1926 tarihli Ankara Anlaşması’ndan doğan hakkını da hatırlatıyor.
Bu bağlamda 22 Eylül’e çekilen MGK’dan çıkacak yaptırımın muhatabı Erbil olmayacaktır.Anlaşmanın tarafları -Irak ve İngiltere- olacaktır.
17 Temmuz 2017 tarihli son MGK’dan çıkan sonuç bildirgesinde de vurgu açık zaten: “Irak kuzeyi bölgesel yönetiminin aldığı referandum kararının, hukuken ve fiilen uygulanamayacağı, bu teşebbüsün vahim bir hata olduğu ve istenmeyen sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir”.