İmkânsız dediğimiz ne kadar olay varsa gerçekleşiyor. Ancak filmlerde görülebilecek kadar vahşi sahneler toplumun gözü önünde işlenir hale geldi. Toplumu bu kadar vahşileştiren sebepleri önleme noktasında ise maalesef gerekeni yapamaz hale geldik.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Bağcılar'da kan donduran bir olay yaşandı. Bir evlat, uyuşturucu parası istediği annesi bu isteğini yerine getirmeyince balkonda annesinin kafasını keserek öldürdü. Filmlerde bile gösterilmeyen sahneler arasına giren bu vahşi olay onlarca kişinin gözü önünde gerçekleşti.
Uyuşturucunun hâkim olduğu bir dünyada, bilinç kaybının insanlığı hayvandan daha aşağı bir noktaya taşıdığını görmezden gelemeyiz. Uyuşturucunun etkisiyle vuku bulan bilinç kaybı, yarın babayı da aynı vahşete maruz bırakmaz mı?
Eskilere atfedilen, "Hiçbir şey gözümüzün önünde olup biten kadar çarpıcı değildir." sözü üzerinden bu vahşete baktığımızda, "İnsanlığın görebileceği daha ne kaldı ki? Babanı da keser misin?" haşyetini, hayretini ve sorularını doğal olarak zikrettiriyor.
Bağcılar olayı dünya literatürüne bütün vahşetiyle geçecek bir olaydır. Tali bir mesele haline dönüştürülmeden, bütün çarpıcılığıyla, Aile Bakanlığı başta olmak üzere yetkililerin tek başına gündem etmesi gereken bir konudur.
Bir evladı, bir insanı bu kadar vahşileştiren uyuşturucu konusu hakkında kökten önleyici önlemler nasıl alınmalı ki bu tarz vahşetlerin önüne geçilmiş olsun?
Yasaklamanın ötesinde aileleri bilinçlendirme noktasında etkili girişimlerde bulunmalı değil miyiz?
Her ne kadar ülkemiz pek çok ülkeye göre, uyuşturucu maddelerinin kullanımında daha az sıkıntılar yaşıyor olsa da ülkemizde de özellikle genç nüfus arasında madde bağımlılığı sayısı gözle görülür bir artış göstermektedir. LGBT sapkınlığına duçar kalmış olanların cinsiyet değiştirme arzusuyla vücutlarına zerk ettikleri maddeler de uyuşturucudur.
Psikolojik ve fizyolojik açıdan sağlığı bozan uyuşturucular, böyle olayların artmasına sebep olan en önemli unsurlar arasındadır. Yarın öbür gün artan aile içi vahşet olaylarının kahramanları arasında LGBT'li gençleri de görmek artık işten bile değil.
Son yıllarda mücadelesini vermeye çalıştığımız LGBT dayatmasına yönelik "aileyi koruma" telaşımızın ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha müşahede etmiş olduk. Bütün sosyologlar, psikologlar ve eğitimciler ailenin; çocukların gelişimi, eğitimi ve sosyalleşmesi için elzem kurum olduğunu belirtmektedirler. Ailenin, bedensel ve ruhsal açıdan insanların sağlıklı veya sağlıksız yetiştirilmesinde en önemli faktör olduğunu bu olay, bütünüyle gözler önüne seriyor.
Buna karşı mücadele vererek ailenin önemine binaen gerçekleştirmiş olduğumuz Aile Yürüyüşünü, "marjinal küçük bir grup" ve "nefret söylemi" olarak nitelendirenler aileleri potansiyel suçlu ilan etmişlerdir!
Eğer bu konuda çok ciddi adımlar atılmazsa Bağcılar'da yaşanan olayın benzerlerini görmememiz için hiçbir neden yok.
Tamamen maddi çıkarlar üzerine kurulmuş ve hiçbir insaf emaresi göstermeyen uyuşturucu tacirlerinin ve LGBT lobilerinin eline düşen bir gençlik geleceğimiz adına çok büyük bir tehlike.
Yaşanan olay kadar vahim olan bir diğer konu ise bu vahşetin insanlar tarafından kameraya alınması ve bunun sosyal medyaya yüklenmesi. İlk anda, daha olayın hemen ardından üç farklı kişi görüntüleri sosyal medya üzerinden yayınladı. Görüntüler hızla yayıldı. Daha fazla paylaşım, daha fazla tık, daha fazla beğeni adına yapılan bu duyarsızlık da toplumun ruh halini yansıtması adına ibret vericidir.
Bu vahşetin endişesiyle zaman akarken, gençleri sokağın vahşi ortamından korumaya yönelik çalışmaları önceleyen Muştu Gençlik bünyesinde kurulan Liseli Muştu davetine iştirak ettim. Biraz olsun ümitlerimiz yeşerdi.
"İnsanlık bugün adeta çılgın dalgaların içinden kıyıya ulaşabilmek için çaba gösteren büyük bir gemideki telaşlı yolcular gibi." cümlesiyle başlayan kuruluş bildirgesi günümüzde yaşananları tahlil noktasında çok anlamlı.
Liseli Muştu benzeri daha büyük ve daha kapsamlı organizasyonları aynı zamanda devlet desteğiyle de görmek en büyük arzumuz.
Eğer bu konuda daha büyük adımlar atılmazsa ailelerin yok olduğunu, gençlerimizin sokağın acımasız çarkları arasında yitip gittiğini görebiliriz.