Bazen “paylaştıklarımız” tıynetimizi ele verir...
Ünlü bir babanın oğlu olan Özgür Mumcu, paylaşımları ve çıkışlarıyla “Ben buradayım. Karakterim budur. Meseleye böyle bakıyorum” diyor.
Gazetesinin başına gelenlere ve çalışma arkadaşlarının “terör zanlısı” ilan edilmesine canı sıkılacaktır elbette; yüksek sesle itirazlarını dile getirecek, duruma göre haklı da görülecektir. (Bugün duruşma var. Dilerim salıverilirler.)
Bazı Cumhuriyet çalışanlarının FETÖ’yle irtibatlandırılması, bana da zorlama bir çaba gibi geliyor.
Bu gazetede çalışanlar “ideolojik” olarak (bir zamanlar dinci bir yapı olarak bilinen) bu örgütle kesişmezler; hatta ikna edici gerekçelerle bu yapıya karşı oldukları bile düşünülür.
Fakat Cumhuriyet çalışanlarına yönelik suçlama, sadece FETÖ’yle ilgili değil.
Bu gazete, uzunca bir süre, terörü “meşrulaştıran”, teröre cesaret veren yayınlar yaptı.
PKK’ya hep bir sempati ve anlayışla bakıldı. “Yerlere sigara izmariti dahi atmayan çiçek çocuklar” muamelesi gören teröristler, beyanları ve tehditleriyle sadece bu gazetede ifade imkânı bulabildi. PKK’nın cinayetleri hep kuru ve nesnel bir habercilik diliyle geçiştirildi. PKK ismi çoğu zaman “özellikle” anılmadı. Ankara’yı kana bulayan bombacı, yine bu gazete tarafından, “karşısına belediye otobüsü çıkınca telaşa kapılıp bombayı erkenden patlatan talihsiz kız” muamelesi gördü.
Bir savcı (Mehmet Selim Kiraz) makamında terör örgütü üyeleri tarafından rehin alında, kafasına silah dayandı, sonra infaz edildi.
Cumhuriyet gazetesi (en azından şehit savcının çocuklarını üzecek) bu olaya bile sempatiyle bakmayı başarabildi. Mesela, en adi pornografik girişimi bile aratacak bir “teşhir çabasıyla”, savcının kafasına silah dayalı görüntüsünü yayınladı. Yetinmedi, savcının katilleriyle irtibata geçip, onların cinayeti meşrulaştıran beyanlarına sayfalarında yer verdi.
Bitti mi?
FETÖ’nün girişimlerine sürekli “yayın desteği” sağladı.
Mesela, 17/25 Aralık girişiminin “operatör” savcısı Celal Kara yalnızca Cumhuriyet gazetesinde kendine yer bulabildi ve gazete aracılığıyla operasyonda asıl hedefin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu söyledi.
Bu gazetenin genel yayın müdürlüğünü yapan zat, görev dönemi içinde sürekli FETÖ’nün Emniyet ve Yargı elemanlarıyla (şu an hepsi firari ya da tutukludur) görüştü, onlardan kirli malzeme temin etti, gazetesinin sayfalarını “FETÖ tapeleri” ve illegal dinleme kayıtlarıyla süsledi.
Şimdi Avrupa’da Cumhurbaşkanlığı saraylarında ağırlanan bu zat, en azından ahlaken suç olması gereken bu tutumunu, bir de devlete ait gizli bilgileri yayınlayarak ve Türkiye’yi “savaş suçlusu” ilan edecek bir operasyona paydaş yazılarak taçlandırdı. Üstelik mahkemenin aldığı “yayın yasağı” kararına rağmen...
Evet, Özgür kardeşimiz, arkadaşları tutuklu bulunduğu için, tolere edilebilir nedenlerle bir “haklılıktan” sesleniyor.
Fakat haklı olmak, “ahlaki” bir tutumu temellük etmiyorsak, bizi haklı kılmıyor.
Dün, önüme, sosyal medyadan aparılmış bir haber düştü.
Babasına benzemesini arzu ettiğimiz ama ısrarla anasına benzemeye çalışan Özgür Mumcu, sosyal medya hesabından, yine ünlü bir babanın oğlu olan Ümit Kıvanç’ın, “Bu defa Almanya atağı... Orta sahayı geçtiler” başlıklı yazısını paylaşmış.
Kıvanç, Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel’in “Türkiye’ye gitmeyin, yatırım yapmayın, bu ülkeye silah satmayın...” beyanından yola çıkarak, belki de “Erdoğan’ı terbiye edecek bir güç çıktı nihayet” düşüncesiyle, salyalı bir zafer yazısı kaleme almış...
Her bakımdan kötü, hastalıklı ve “Türkiye düşmanlığı”yla malul bir yazı...
Babasına benzemesini arzu ettiğimiz Özgür Mumcu da, yine salyalı bir zafer duygusuyla, bu “hastalıklı” yazıyı paylaşıyor. Bir haklılıktan sesleniyor ama haklı kalmayı beceremiyor.
Niye mi “babasına benzemesini arzu ettiğimiz” diyorum?
Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan’ın patronajında yürüyen ünlü “Umut” operasyonu (bir kısmı sarı basın kartı sahibi) birçok gazetecinin mağduriyetine yol açtı.
Bu gazeteciler “Uğur Mumcu’nun katilleri” ilan edilerek tutuklandılar, ağır işkencelerden geçirildiler, haksız yere yıllarca cezaevinde tutuldular.
Peki, Uğur Mumcu’nun “muhterem” refikası Güldal Mumcu ne yaptı?
Kitabında (“İçimden Geçen Zaman” adlı kitabında) bu işkencelere toleransla yaklaştı. Kendisini tatmin etmese de, bu insanlık dışı olayı (o gazetecilerin elektrikli işkence altında bağırtılmasını) küçük bir teselli saydı...
Özgür Mumcu’yu dikkate almak istiyorum.
Haklı kalmasını da istiyorum.
Fakat o bunu istemiyor, giderek anasına benziyor!