2010 yılında yapılan rektörlük seçimleri sonucunda iki yıl gibi bir süre YÖK’ün hazırladığı listede birinci sırada olmasına rağmen paralel yapının engellemeleri ile isim listesinin Cumhurbaşkanlığı’na sunulmasını bekleyen bir rektör Aygün Attar. 2012 yılı itibariyle göreve başladıktan sonra polis akademisinin kadrosunda yer alan bir öğretim görevlisinin üç farklı yazısı ile hedef alınarak itibar suikastine uğratılmaya çalışılmış. İşin ironik boyutu ‘Acem, İran, Şah Tahmaz’ isimlerinin kullanılarak yıpratılmaya çalışılan bir rektörün şu an ki çalışmalarının başında ise İran’ın PKK üzerinden Türkiye'ye karşı yapmaya çalıştıklarına dair iç ve dış siyasetin analizleri var. Yaptığı çalışma anekdotlarını ve bulgularını devletin yetkili kurumları ile paylaşmasına rağmen karşı hamle ile itibar suikastine maruz kalması bu işin asıl acem oyununu kimlerin çevirdiğini gösterir nitelikte. 17 Aralık darbe girişimi öncesi Paralel yapının mücadele ettiği insanlara karşı kullandığı malum jargonların akademilerde de kullanılması şaşırtıcı değil aslında.
17 Aralık darbe girişiminden sonra paralel yapının Aygün Attar’ı hükümet karşıtı gibi göstermede üzerine düşeni fazlasıyla yaptıklarına ise şüphe yok gibi. ‘Ben devletçiyim, siyaset üstüyüm, hiçbir partiye de yakın değilim’ sözleri akademik camiada herkes tarafından bilinen bir rektörün bu sözleri de ‘Ulusalcı ve Ergenekoncu’ olduğuna dair etiketleri beraberinde getirmiş olması beklenen fırsatı birilerine altın tepside sunmuş olmalı ki bu ithamlarla da karşılaştığı görülüyor. Bunun yanında kampüs içinde yaptırılan ‘Kafkas İslam Ordusu’adında bir anıtın bile rektör aleyhinde niçin kullanıldığı ayrı bir yazı konusu olabilecek derinlikte.
Rektörü olduğu üniversitede terör destekçisi değil akademisyen, öğrenci bile istemeyen bir yöneticinin sözde aydınlar bildirisinde üzerine düşen devletçi hassasiyeti göstermesine rağmen farklı alanlardan saldırılara maruz kalması iyi organize olmuş karşı bir cephe ile mücadele ettiğini gösteriyor. Ankara Güvenpark saldırısından sonra öğrencileri ile beraber terörü lanetleyen bir yürüyüş tertiplemesini ise yerel basından öğreniyoruz. Saldırı altında kaldığı cephenin ucuz ama dikkat edilecek tacizlerinden birisi de ailesinin sosyal medya hesaplarının şifrelerinin kırılması ve yayımlanması.
Daha önceden Sayın Attar hakkında yazılan bir yazının Şubat 2015’te tekrar servis edilmesi, Aralık 2016’da Rahmetli Hasan Karakaya’nın ‘O göreve benim adamım değil ehil olan gelsin’ başlıklı bir yazı ile Attar’a destek vermesi ve yazısının sonunda ‘Rektör hanıma dokunmayın diyorum’ sözleri ile paralel yapıya karşı Attar’a destek verdiğini de buradan hatırlatalım. Sayın Serdar Arseven’in Hasan Karakaya'nın vasiyetinin takipçisi olduğunu ifade ederek Ocak 2016’da başka bir yazı ile paralel yapının Sayın Attar'a karşı girdiği mücadeleyi gündeme getirmesi de Sayın Attar’ın mücadelesinin haklılığını gösterir nitelikte.
Yerelde ise paralel yapının Sayın Attar aleyhinde elinden geldiğince mücadele etmediğini söylemek yanlış olur. Özellikle Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Bakü’de TANAP’la ilgili önemli görüşmelerde bulunduğu zaman diliminde Attar'a yönelik Sayıştay üzerinden başlatılan dezenformasyon dikkat çekici.
Giresun Üniversitesi’nde görüştüğüm bir akademisyen Attar’ı ‘sert bir mizacı var, görüş olarak bir partiye yakın olduğunu söyleyemem ama terörün her türlüsüne karşı duran devletçi ve milliyetçi bir görüntüsü var, başarılı olduğunu ve üniversitede yaptıklarını da herkes bilir’ sözleri ile anlatıyor. Ben ise Sayın Attar’ı ve Giresun Üniversitesi’ni Rahmetli Hasan Ağabeyin yazısından sonra takip etmeye çalıştım desem yanlış olmaz.
Azerbaycan’dan emanet bir can olarak gördüğüm Sayın Attar’a yaptığı birçok güzel işlere rağmen paralel yapının bu denli amansız saldırması aslında şaşırtıcı değil. Üniversitede kadrolaşma isteğinin yanında bu yapının Attar’ı rektör olarak atanmasını engelleyerek Azerbaycan’da kan kaybına uğradığı bu süreçte rövanş alma isteği de insanın aklına gelmiyor değil. Tabi bu sürecin nasıl devam edeceği ve noktalanacağı Sayın Cumhurbaşkanı'mızın yetkisinde!
Not: Eylül ayına kadar 50'ye yakın üniversitede gerçekleştirilecek olan rektörlük seçimlerinde milli ve yerli olan akademisyenlerin bu yapıya karşı dikkat etmesinin önemi artık ortadadır. Hükümete yakın olup olmamasının yanında gerçek anlamda usulsüzlüklere ve haksızlıklara karşı dik durup devlet ahlakını taşıyan bireylerin rektör olması tüm akademik camianın ortak düşüncesidir.