Ne çok acıklı hikayemiz var bizim. Hala anlatamadığımız ve hala paylaşamadığımız.
Anlatmak ve paylaşabilmek oysa, ne kadar rahatlatıcıdır. Anlatmak, bilmek ve başkalarının bilmesini sağlamak, hesabı sorulmamış, sorulamamış zulümleri, acıları az çok katlanılır kılmaya yarar. Ayten Öztük’ün hikayesini babası Hıdır Öztürk, onu tanıyan herkesin ‘Hıdır Amcası’, kızının trajik hikayesini bir kitap haline getirmiş. Umarım romancılarımızın, hikaye anlatıcılarımızın, belgesel yapımcılarımızın, hakikatin peşinde koşup duran herkesin ilgisini çeker bu kitap ve Aysel’in hikayesini daha çok insan bilir ve öğrenir.
Hıdır amca, Meclis Komisyonuna gelip hikayesini paylaştığında, Taraf gazetesine epey uzun bir yazı yazdım. Bu acıklı hikayenin benim penceremden anlatısı bu oldu işte:
‘Yılın ilk günü.
Soğuk bir Ankara günündeyiz. Dışarıda kar yağıyor.
Keyfini süremiyoruz hiçbir şeyin..
Ne yapsak, ne etsek, geçmiş peşimizi bırakmıyor. Bir savaşın içinden çıkıp bugünlere geldik. O savaşın hakikatleri kollarımıza ve ayaklarımıza vurulan prangalara dönüştü.
Yok sayıyoruz, görmezlikten geliyoruz, insanların yaşadığı acılara farklı muameleler yapıyoruz, yine de olmuyor.
2011 yılının son gününde 34 Kürt köylüsünün gaddarca öldürülmesini yazmak, sonra da yeni bir yılı kutlamak nasıl mümkün olabilirdi? Nitekim olmadı. Yılın ilk gününde yazılan bu yazı da, yılın son gününde yazılan yazıdan farksız. Bu yazı da, geçmişe ait acıların izini sürüyor..
Selim Çürükkaya benim Diyarbakır cezaevinden arkadaşım. Selim PKK’nin önde gelen kadrolarındandı. Cezaevinden çıktı, Bekaa’ya gitti. Orada Öcalan’la ve PKK’yle bir takım sorunlar yaşadı ve PKK’den ayrıldı. Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. Eşi Aysel Öztürk’ün Diyarbakır zindanında, işkenceci zalimlere karşı gösterdiği cesaret dilden dile anlatılırdı. Aysel’i hiç görmedim. Ama yıllar sonra Nejdet Buldan’ın yazdığı ‘PKK’de Kadın Olmak’ adlı kitapta Aysel’in hayat hikayesini okuduğumda, günlerce kendime gelemedim. Uğruna hayatınızı verdiğiniz, sonuna kadar inandığınız bir mücadeleyle yıllar sonra yollarınız ayrılıyor..
Dağ gibi bir hüzünle ve yapayalnız kalıyorsunuz..
Otopsideki korkunç gerçekler
Ayten ve Aysel..
Bu iki kız kardeşin hayatı, acılarla geçmiş. Ayten, kaçırılıyor ve hunharca katlediliyor. Babası Hıdır Öztürk’ü hatırlayacaksınız. Geçenlerde Meclis İnsan hakları komisyonuna gidip kızı Ayten Öztürk’ün vahşice öldürülmesini anlattı. Kızlarından biri olan Aysel şimdi eşi Selim Çürükkaya ile beraber yurt dışında yaşıyor. Geçen hafta Selim’den bir mektup aldım, Ayten’in cesedi bulunduktan sonra tutulan otopsi raporunda geçen garipliklere dikkat çekiyor ve şöyle diyordu:
İki gün önce Hollanda’ya gittim. Orada bir yakınımı ziyaret ettim. Bana Ayten Öztürk’ün otopsi raporunu verdi, inceledim, çok çarpıcı bir durumla karşılaştım. İki doktor ve bir savcı tarafından düzenlenen otopsi raporu korkunç bazı gerçekleri gözlerimin önüne seriyordu. Örneğin Ayten Öztürk 27 Temmuz 1992 günü akşam üzeri saat 17.30’da beyaz renkli bir arabayla, dört kişi tarafından evinin önünden kaçırılmıştır. Otopsi raporunda yazıldığı gibi 8 Ağustos 1992 günü akşam üzeri cesedi Elazığ Karşıyaka Kartaltepe mevkiinde yarı gömülü olarak bulunmuştur. Yani Ayten Öztürk’ün kaçırılması tarihi ile cesedinin bulunması tarihi arasında tam on bir gün zaman vardır. Durum böyle iken; otopsi raporunda cesedin en az bir buçuk veya iki ay gömülü kaldığını yazıyor. Ayten Öztürk’ün doktor eniştesi ve hemşire bacısına göre Ayten’in kulakları, dudakları kesilmiş, gözleri çıkarılmış tanınmaması için yüz derisi soyulmuştur. Ama otopsi raporuna göre Ayten Öztürk’ün cesedi toprak altında bir buçuk veya iki ay kaldığından, dudaklar gözler ve kulaklar çürümüştür. Yine Ayten Öztürk’ ün yakınlarına göre Ayten’in saçları ve kafa derisi yüzülmüştür. Otopsi raporuna göre Ayten Öztürk’ün gömülü olduğu yerin üzerinde saç kılları bulunmuştur. Otopsi raporuna göre saçlarının kazınmasının nedeni ise; cesedin üzerindeki 15 santimlik toprak alınırken, kürek kazma ile saçın sürtüşmesinden ileri gelmiş olabilirmiş!
Böyle rapor olur mu?
Bilirkişi doktorların yazdıklarına göre Ayten’in boyun hiyoyid kemiği kırıldığından dolayı ölüm sebebi buymuş ve ölüm nedeni anlaşıldığından klasik otopsiye gerek yokmuş!
Böyle otopsi olur mu? Genç bir kız yüzü bozulmuş bir halde gömülü bulunuyor, DNA testi neden yapılmamış? Bu kızın tecavüze uğrayıp uğramadığına dair otopsi neden es geçilmiş? Ceset üzerinde parmak izlerine neden bakılmamış? Ve muhtemelen ceset bir veya iki gün orada yerin altında kalmasına rağmen neden savcı ile doktorlar cesedin bir buçuk veya iki ay kaldığını yazmışlar? Bu ibreti alemlik raporu sizlere duyurmak istiyorum. Otopsiye katılan doktorların telefon numaralarına ulaştım. İnsan hakları, demokrasi ve hukukun olduğu bir yerde böylesine bir rapor yazan savcı ve doktorlar umarım derhal tutuklanıp yargının karşısına çıkarılırlar.
Ama Türkiye gibi bir yerde ve Kürtlere karşı yapılan muamelelerde kimse bu tip işlerin hesabını kimselerden sormaz. Bırakın hesap sormayı bu tip raporları yazanlar kariyer yaparlar ve mevkilerinde zirveye tırmanırlar. Ben bir doktor (Zülfü Kılıç) ile konuştum, ona göre bu otopsi raporu o günün koşullarına göre çok normal imiş.(Milattan önceden söz eder gibi konuşuyordu) Doktora dedim ki; Siz 8 Ağustos 1992 akşamında, “ceset bir buçuk veya iki ay toprağın altında kaldığından burun, kulaklar ve gözler çürümüş” diye yazmışsınız. Ama o bayan 27 Temmuz 1992 akşamı, yani on bir gün önce TUNGAŞ fabrikasında her gün çalıştığına dair elimizde belgeler var. Bu soruma karşılık, “efendim bizim ki bir tahmindi” dedi. Fabrikada çalışan bir kızı, mezarda ölü olarak tahmin etmek nasıl bir tahminse artık gelin siz düşünün!’
Ayten Öztürk davasında bir gelişme var mı? Maalesef olduğu söylenemez. Ergenekon ve Balyoz Davalarında yaşanan mağduriyetleri dillendirenlerin, yeniden yargılanma hakkını savunanların, Ayten Öztürk ve benzeri cinayetler söz konusu olduğunda sus pus olduklarını görüyoruz.
Yeniden yargılanma hakkı tamam da, Ayten Öztürkler’in ve daha binlerce mağdurun, maktulün hakkı ne olacak?
Bu soruyu her fırsatta sormanın ve cevap aramanın zamanı, bu zamandır işte..
Kapaktaki eksik ayrıntı
Perî Yayınlarına dostça: Elinize yüreğinize sağlık. Kitabınızın bahtı açık, okuru bol olsun. ‘Ayten’in Acıklı Akibeti’ni basmakla güzel bir iş yapmışsınız. Lakin, arka kapakta, kitaba katkı sunanlar listesi kanaatimce eksik kalmış. Umarım editoryal bir hatadır. Muhafazakar medyada yazan, ama Ayten’in hikayesinin kamuoyuyla paylaşıldığı günlerde elinden geleni yapmış, yazılar yazmış, hiçbir arkadaşımızın ismi yok o listede. Mesela Melih Altınok, Rasim Ozan Kütahyalı, Ali Karahasanoğlu, Ahmet Taşgetiren, Ersoy Dede, Malik Duvaklı yok. Olması gerekir mi? Bence iyi olurdu ve bu, herhangi bir kitapçıda kitabı eline alan bir okuyucunun kitaba ilgisini arttırabilirdi. Yasemin Çongar, Mehmet Ali Birand ve Nizamettin Taş da unutulmuş o listede. Yeni baskıda, bu ihmal veya eksiklikler düzeltilir umarım.