Terör örgütü statü istiyor. Bunun için ona bir alan lazım. Bunun için Doğu-Güneydoğu’da bir alanda hakim olmak istiyor.
Son gelişmede Suriye’de kendisine sunulduğunu düşündüğü alandan Türkiye’ye sıçramak istiyor.
Bütün bu hedefler, ancak böyle bir statüye sahiplenecek kitle oluşturmakla mümkün.
Bu ise araya kan sokularak, “Siz farklı bir dünyanın insanısınız” denilerek “farklılaşma” duygusu düşmanlık ölçüsünde kışkırtılmış, etnik bilinci bilenmiş bir topluluk demek.
Türkiye gerçekliğinde Türkler ve Kürtler arasındaki ilişki, bu değil. Türklerin ve Kürtlerin kaynaşmışlığı, kolaylıkla gözlemlenebilecek bir Türkiye gerçeği. Nüfus yapısı itibariyle kaynaşmışlık var, aile ilişkileri itibariyle kaynaşmışlık var, ticari ilişki alanı bu kaynaşmışlığı yansıtıyor ve devlet kadrolarında böyle bir iç içelik söz konusu. En önemlisi İslam içinde bin yıllık birliktelik. Bu coğrafyada can pazarında sınanmış bin yıllık kader ortaklığı. Bunu, fitne ateşini söndürme çabası içinde devreye sokulan Abdullah Öcalan, 2013 Nevruz deklarasyonunda “İslam bayrağı altında bin yıldır birlikte yürüyen Türk ve Kürt halkları” ifadesiyle dile getirecektir. Ancak o süreçte beliren ümit, küresel - yerel odakların körüklediği fitne ateşiyle yeniden bir cehennem ikliminin devreye girmesine yol açmıştır.
Bu topluluğu ayrıştırdığınızda, herkes biliyor ki, çok dramatik insan - toplum hikayeleri yaşanacak.
Çok çok geniş Türk - Kürt toplum alanları, böyle bir ayrışmayı her iki toplum için, ülke için intihara denk görüyor.
Ama Osmanlı’nın çözülüş sürecinde yaşananlar, etnik ayrışmalar şeklindeki dağılma endişesini bir sendrom haline dönüştürmüş, o da Cumhuriyet’in ilk on yıllarında hakim iradeyi gönüllü bir kaynaşmışlıkla tatmin olmama ve zoraki etnik bütünleşme projelerine itmiş. “Kürtlerin Türklüğü” etrafındaki devlet uygulamaları farklılaşma projelerine malzeme olacak dramatik hadiselere sebep olmuş.
Kürt toplumunun bu yanlışlara tepki göstermesi tabii.
Bu yanlışların bu coğrafyadaki ayrışmaları kendi çıkarları istikametinde kullanan küresel odaklar tarafından istismar edilmesi ve ayrışmaları derinleştirme yolunda fitne kazanının kaynatılması da tabii.
Bu odaklar Lozan’da “Azınlık statüsü isteyerek” denediler mesela Kürt ayrışmasını. Lozan’a gelinceye kadar da bir hayli çalışmışlardı Kürt bölgelerinde.
Şimdilerde bir kere daha oynuyorlar İslam coğrafyası üzerinde ve bunun için yeniden o “ayrıştırma projesi”ni devreye sokuyorlar.
Terör örgütü şeytanın operasyon aracı gibi çalışıyor coğrafyamızda.
Uluslararası odaklara “Ben senin oyununu oynarım” diye sinyal gönderiyor. Bunun içinden kendisine bir hakimiyet alanı çıkabileceğini umut ediyor.
Terör örgütü, Kürtlerin çocuklarına musallat oldu. Onların zihin kodları üzerinde çalıştı ve avladı onları. Bir tür mankurt haline getirdi bir kısım Kürt çocuklarını. Onlara terör icra ettirdi, terörün içinden onlar için de ölüm çıktı, onlarca, yüzlerce, hatta binlercesi öldü.
Ölümlerin anne-babaları da terör girdabı içine çekebileceğini hesapladılar. Bir kitle tabanı oluşsun ve daha çok halkı savaşın içine çekelim, diye çalıştılar.
Terör eşittir ölüm demek olunca, memleketin her yanında ölüm fırtınası esti. Ağıtlar, ağıtlar yükseldi her yerden. İstendi ki ölümler “Kürtlük adına - Türklük adına” olsun.
Ne hikmettir ki bu defa ağıtlarda buluştu Türk analar - Kürt analar, şehit tabutları üzerine kapanırken...
Şeytan ve şeytani güçler hala oynuyor birileriyle. Acıları ayrıştırmaya, sevinçleri ayrıştırmaya çalışıyorlar. İstiyorlar ki terör mikrobu geniş kitleleri etkilesin ve kitleler arası duygusal kopuşlar yaşansın.
Mü’min basireti ile bu oyunları bozmalıyız. Türkler ve Kürtler bin yıllık iç içe geçmişlikleri ile bu oyunu bozma kudretine sahiptir. Öcalan’ın yukarda aldığım sözü, bir zihni sıçrayıştı. Şeytan ablukasında boğuldu. Biz Türkiye olarak bu Şeytan ablukasını tarumar etmeliyiz.