Tam bir yıldır devam eden teknokrat hükümet arayışları ve buna bağlı kalkışma-darbe-yargı marifetiyle hükümeti devirme senaryolarından sonra böyle bir final bekliyor muydunuz diye sormak gereksiz sanıyorum; evet bunu bekliyorduk. İlkönce Musul-Kerkük bölgesinde olan bitenin adını koymak gerekir. Bu çok açık olarak uluslararası bir saldırıdır ve esasında geçen yıl Haziran ayı başında başlayan, Türkiye’yi köşeye sıkıştırma sürecinin sınırları aşan daha büyük bir versiyonudur. Öncelikle şunu söylemek gerek; IŞİD denen yapı özünde paramiliter-lejyoner silahlı kalkışma örgütüdür. Bu tür yapılar, Sovyetlerin dağılmasından sonra Afganistan’dan başlayan ABD işgali-hegemonyası sürecinde giderek yoksullaşan ve yoksullaştıkça ‘balkanlaşan,’ bölünen bütün Önasya, Kafkasya, Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıkmıştır.
IŞİD; paramiliter bir örgüt
Dini ve milliyetçi saikleri kullanan Batı istihbaratları, adeta bütün bu büyük coğrafyada bu örgütleri Frankenstein olarak ortaya çıkarmışlardır. El-Kaide böyle bir örgüttür. Yine bu bölgede Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinde, Rusya’nın baskısına karşı milliyetçi saikleri kullanan ve çoğunlukla Rusya’ya karşı kör terör kullanarak amacına varacağını sanan örgütler de aynı sürecin ve aynı merkezlerin ürünüdür.
Bu yapıları çoğunlukla, başta ABD ve İngitere olmak üzere, batılı gelişmiş ülkelerin istihbarat teşkilatları kontrol eder. Bu yapıların en önemli ortak özelliği, mezhep ya da etnik bir temel üzerinden ama homojen olmayan, dağınık hatta serseri-lümpen bir tarz seçerek örgütlenmelidir. Bu örgütlenme modeli, örneğin CIA gibi personel devşirme ve teknik imkanları çok geniş istihbarat örgütlerinin zaten tercih ettiği bir modeldir. Tabii ki, El Kaide’den, IŞİD’e oradan Kafkas coğrayasında her tür milliyetçi terör örgütüne kadar bu paramiliter yapıların insan kaynağı, bütün bu bölgenin parçalanarak, işgal edilerek yoksullaştırılıp insanlıktan çıkarılan genç nüfusudur. İşte IŞİD denen paramiliter yapının, Suriye iç savaşından başlamak üzere, hızla ortaya çıkmasının arkasında bu gerçeklik vardır. IŞID, bu anlamda siyasi bir gerçeklik olduğu kadar, iktisadi ve sosyolojik bir gerçeklikdir de...
İşte bu tespiti yapmadan K. Irak’ta olanları ve bundan sonra olacak olanları anlatamayız, derin mezhep çatışması tahlillerini artık geçelim; bu, yukarıda kısaca izah ettiğim paramiliter örgütler aracılığıyla başlatılan bir enerji ve pazar savaşıdır ve bu savaşın hedefi doğrudan Türkiye’dir. Tabii ki bu savaş aslında, tam da geçen sene bu zamanlar, bildiğiniz ayaklanma ile başladı, Türkiye’de tekelci sermayenin ve onun medyasının Erdoğan Hükümeti yerine, teknokrat hükümet talebi ile devam etti; sonra 17 Aralık’ta ABD merkezli bir örgütün elindeki yargı ve medyayı kullanarak yapmaya çalıştığı darbe ile doruğa vardı ama başarısız oldu. İşte bu başarısızlıktan sonra 17 Aralık darbesini tasarlayanların yapacağı tek şey, içeride Kürt kartını yeniden devreye sokmak, dışarıda ise, IŞİD gibi bir paramiliter örgütü Türkiye’nin Irak’taki ekonomik ve siyasi merkezlerine saldırtmaktı. Evet, Musul ve Kerkük’deki enerji merkezleri, petrol yatakları Türkiye’nin ekonomik merkezleridir. Bu tarihsel olarak da böyledir güncel olarak da, gelecek için de böyledir. Musul elçiliği de Türkiye’nin bölgedeki resmi siyasi merkezidir. IŞID, doğrudan bu iki hedefe saldırdı. İşte mesele bu kadar açık, net bir savaş ilanıdır.
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi merkezlerine saldırıldı...
Düşünün yalnız Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı, günlük1,5 milyon varil kapasiteli ama buradaki randıman, geçen sene, 300-400 bin varil düzeyinde idi. Bunun da en önemli nedeni, buraya yapılan sabotajlar, engellemelerdi.
Yani başta ABD ve Britanyalı petrol devleri ve bunları takip eden Suudi Arabistan-Rusya cephesi Irak arzını denetliyordu ve bu arzın hiç bir şekilde ticarileşmesini istemiyordu. Aynı şeyi, Ruhani’ye kadar, İran için de söyleyebiliriz. İran’ı mollaların eline, içe kapalı bir savaş ülkesi olarak, bunun için bıraktılar. Bugün Hazar enerji kaynakları, Irak enerji kaynakları, Doğu Akdeniz ve İran enerji kaynakları dünya ekonomisine, Türkiye ile dahil olmaya başlamıştı. Ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Britanya-ABD ve Rusya’nın bölgede kurguladığı enerji oyunu bozuluyordu. Bir önceki oyunu, Britanya ve Batı yenilen Osmanlı’nın üzerinden kurgulamışlardı ve askeri vesayet altındaki-oligarşilerin yönettiği ‘eski’ Türkiye’de bu oyunu sürdürmüştü...
Britanya’nın Lozan’ı yerle bir oluyor...
Büyük Britanya İmparatorluğu, Türkiye ile masaya oturacağı Lozan anlaşmasına giderken önüne iki temel amaç koymuştu. Birincisi, bugün Kuzey Irak bölgesinde bulunan-özellikle Musul- enerji kaynaklarının kendi denetimlerine geçmesi, ikincisi Boğazların kontrolünün Türkiye dışında ama Türkiye’nin de ortak olduğu bir komisyona verilmesi... Britanya, Lozan’da bu iki temel amacını da gerçekleştirdi. Ancak bu iki temel amaç, yalnız enerji ve boğazlardan geçiş dışında da Türkiye için çok olumsuz şartlar sağlıyordu...
Lozan anlaşması dahil olmak üzere, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu ve Hazar coğrafyasında bütün olan biten, -1917 Rus Bolşevik Devrimi dahil- bütün bu bölgeyi güvenlik ve buna bağlı siyasi istikrar açısından şüpheli hale getirmiş ve bölgede ilk aşamada siyasi istikrarsızlık oluşturmuştur. İkinci aşamada ise bölgedeki siyasi istikrar, askeri diktatörlüklerle sağlanmıştır. Irak, Suriye ve Mısır gibi ülkelerdeki Baas partileri ve askeri diktatörlükler bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bir bakıma bu bölge, Londra ve Moskova arasında paylaşılmış ve Hazar’dan başlayıp Türkiye’yi geçerek Avrupa sınırına kadar giden geniş coğrafyadaki enerji kaynakları, ülke halklarının ekonomik ve siyasi denetimine hiç bir zaman geçmemiştir. Ayrıca, Türkiye’de bütün bu süreçte güney ticaret yolunu geliştirecek bir yatırım yapmamış ve Hazar, Mezopotamya ve Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan tarihi İpek Yolu da fiilen kapanmıştır.
Olanlar... Ve Türkiye’nin yapacağı....
Peki tam iki yıldır ne oluyurdu; birincisi Türkiye, Lozan’la kovulduğu Irak’daki bütün enerji kaynaklarına ulaşıyordu üstelik bunu Kürt halkının ve onun siyasi iradesinin onayı ile yapıyor ve bu, Türkiye’deki çözüm süreci ile de birleşerek hem siyasi hem de ekonomik yeni bir entegrasyonu ortaya çıkartıyordu.
Yani bir bakıma Irak diye bir ülke fiilen bitiyor; Irak’ın kuzeyi enerji ve pazar olarak Türkiye ile bütünleşerek zenginleşme ve ayrılma yoluna giriyordu.
İkincisi Türkiye, Kafkasya, K.Afrika ve Ortadoğu coğrafyasını, Boğaz geçişlerinde Lozan’ı (sonra Montrö) aşarak, Anadolu ve Akdeniz üzerinden, Yeni İpek Yolu ile, Avrupa ile birleştiriyor; üstelik bu ticari entegrasyon, aynı güzergahta, Güney Gaz Koridoru ile de pekiştiriliyordu. Bu, yalnız Ortadoğu’nun değil, Avrupa’nın bile sınırlarının değişmesi demekti. İşte başımıza bir yılı aşkın bir süredir gelenlerin ve IŞİD’ı Türkiye’ye sadırtmalarının nedeni bu olduğu gibi, 17 Aralık özneleri ile IŞİD’ın sahipleri aynıdır.
Peki Türkiye ne yapacak; bu tarihi bir fırsattır, Türkiye 1923’te yaptığını yapmayacak; kendisinin ve bölge halklarının tarihi haklarına gelecekteki çıkarlarına sahip çıkacak... Ancak artık diplomasi bu sorunu çözmez...