AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül’le ilgili kararına dair Star gazetesinin ilk günden itibaren isabetli tavrını ve Kemal Gümüş’ün birbirini takip eden haberlerinin, konunun öneminin idrak edilmesindeki payını teslim ederek başlamak isterim. Gezi kalkışması döneminde AYM’nin skandal twitter kararına tek ses olup itiraz eden medya casusluk davası tutuklusu olan Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili karara, istisnalar hariç, haber değeri dahi atfetmedi. Birinci sayfadan haberi gören gazete sayısı ilk iki gün iki ya da üçtü.
Handiyse Can Dündar’ı salıverelim de bu kavga bitsin şeklinde bir gönül huzuru arayışı hakimdi. Cumhuriyet gazetesinde yapılan şeyin bir gazetecilik faaliyeti değil Türkiye’ye yönelik örgütlü bir hamlenin medya ayağını yürütmek olduğunu düşünenler bile “nalet gelsin başınıza” bıkkınlığıyla AYM’nin kararına mutlu oldu.
Bu olay aslında ne kadar mücadele edilmiş olursa olunsun mevcut algı operasyonlarının başarıya ulaştığının acı bir göstergesi oldu kanımca. Zira toplumdaki bir kısım zaten Gezi, 17-25 Aralık ve PKK’nın yeniden terör eylemlerine başlaması sürecinde bu operasyonların başında, yanında ya da arkasında durdu. Algı operasyonların en sofistike hedefi ise toplumun genelinde bir bıkkınlık duygusu yaratmak ve asıl kutuplaştırıcıya söz geçiremeyenlerin yıpratılmak isteneni eleştirmesini sağlamaktır. Annesi ve babası kavga ederken, çocukların haklı olanın anne olduğunu bilmesine rağmen yine de onun susmasını istemesi gibi. Anne susarsa kavga bitecektir çünkü.
Can Dündar ve Erdem Gül’le ilgili kararın memnuniyetle karşılanması biraz böyle işte.
Türkiye kendi güvenliğiyle ilgili bir hukuki sürecin mahkûmu haline getirilmek istendi. İşe AB raporlarından ABD Başkan Yardımcısı’na kadar birçok isim müdahil oldu. Dündar ve Gül’e açılan davanın, FETÖ marifetiyle Türkiye’ye karşı kurulmuş bir kumpasın bizzat medya ayağını yürütmekle ilgili olduğu tabii ki ihmal edildi.
Can Dündar’ın iddianameye eklenen ve davanın seyrini doğrudan etkileyecek önemdeki villa satışı ya da 17 Aralık’tan bir hafta, 25 Aralık’tan bir gün önce yazdığı “Amerikan rüzgarı bu, esintiyi Pensilvanya’dan yana döndürür, Ankara’da ampulleri söndürür” ve “Piyonlar devrildi, sıra Şah’a geliyor” yazıları bu da değilse 2008’de ve 2013’te organize suç örgütüne üye olmaktan 6’şar ay dinlemiş ve Gezi’yi müteakip yapılan dinlemenin ilk üç ayının silinmiş olması, Can Dündar’ın yargılanma sebebinin “MİT TIR’ları durdurulmuş o da bunu haber yapmış”tan ibaret olmadığının derin arka planını veriyor zaten.
Söz konusu villanın ancak iki yılın sonunda tam da MİT TIR’larıyla ilgili haberin yapıldığı dönemde ne tesadüf ki MİT TIR’ları-Adana casusluk davasından tutuklu olan avukatlara satılmış olması da herhalde soruşturulmayı hak ediyor, öyle değil mi?
***
AYM’nin kararı ise sicilindeki eş değer kararların yanına şimdiden yazıldı bile. 2010 referandumu ile AYM’ye tanınan bireysel başvurulara bakma hakkı, “kanunlarda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının başvurucu tarafından tüketilmesi” şartına bağlanmış. Hal böyle iken tıpkı twitter kararında olduğu gibi daha mahkeme safahatı bile başlamadan hak ihlali kararı vererek 2010’dan önceki aktivizmini bile aşmış, hukuk sisteminin temelini oluşturan alt mahkemeleri zımnen tanımadığını beyan etmiş oldu.
AYM, 367 kararını verirken, 411 elin oyladığı başörtüsü yasağını kaldıran kanunu iptal ederken ne yapmışsa yine aynı şeyi yapmıştır.