Pardon, Salih Mirzabeyoğlu’nun hangi suçu işleyip de idam cezasına çarptırıldığını bilen var mı? Sokaktan 100 adam çevirip “Bu zatın idamlık suçu nedir?” diye sorsak bir tanesinden cevap alamayız.
Topluma mal olmuş meşhur bir yazar ve fikir adamı idam cezasına çarptırılıyor ve fakat kimse bunun sebebini bilmiyor. Halbuki böyle olağanüstü bir hadisenin bütün ayrıntıları toplumun malumu olmalıydı, değil mi? Olamadıysa, olamıyorsa, ortada yakıcı bir sorun var demektir. O yakıcı sorun zaten Mirzabeyoğlu hakkında verilen mahkeme kararında açıkça zikrediliyor. Şöyle: “(Terör örgütü lideri olduğuna dair) somut delil bulunmamasına rağmen...”
Rezalete bakar mısınız? Ortada somut delilin bulunmamasına ve mahkemenin de bunu kabul etmesine rağmen verilen karar İDAM. Tekrar ediyorum, İDAM. Başka bir şey değil, İDAM. Şayet idam cezası kaldırılmamış olsaydı Mirzabeyoğlu çoktan asılmış olabilirdi. Niye? Belli değil!
Cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilen Mirzabeyoğlu tam 15 senedir zindanda. Hakkında verilen skandal hüküm iptal edilmezse ölene kadar da zindanda kalacak. Ayıptır, yazıktır, günahtır! Somut suç delili olmadan bir insanı hapiste çürütmek ne büyük vahşet!
Benzer durumda olan daha pek çok kimse var. Meselâ, legal vakıf faaliyetlerinden başka bir işle meşgul olmayan Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur, bundan yaklaşık 8 sene evvel, isimsiz bir terör örgütünün lideri oldukları ileri sürülerek tutuklandılar. Mahkeme ‘Yok öyle bir şey’ deyip haklarında beraat kararı verdi, fakat Yargıtay 9. Dairesi’nin bu kararı bozup yargılamayı yenilettirmesi üzerine 18 yıl 9’ar ay ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Gerekçe: “(...)bugün olmasa bile uzun vadede Anayasal düzeni yıkıp yerine şer-i esaslara dayalı bir devlet yapısı kurmak için illegal faaliyetler içerisinde olabilecekleri...”
Yanlış okumadınız. “Bugün olmasa bile gelecekte” diyor. İleride illegal faaliyetlerde bulunmaları ihtimalinden dem vuruyor. Dikkat buyurun, İHTİMAL! Yani devlet aynen şöyle demiş oldu: Bu adamların şimdilik illegal bir faaliyetleri yok ama her ihtimale karşı canlarına okuyalım!
Böyle hukuk mu olur Allah aşkına? Böyle hukukun kestiği raconlar günümüz Türkiye’sinde geçerliliğini nasıl koruyabilir?
Askeri darbelerle sahici bir hesaplaşmanın yolu o süreçlerde verilen siyasi mahkeme kararlarını tarihin çöp tenekesine atmaktan geçer. Salih Mirzabeyoğlu, Zekeriya Şengör, Fahri Memur ve daha 14 yaşındayken tutuklanıp İBDA-C üyeliğinden yargılanan ve -Allahu ma’assabirîn- İDAM cezası alan Yakup Köse gibi 28 Şubat’zedeler hürriyetlerine kavuşmadan, onların itibarları iade edilmeden demokratik hukuk devleti üzerindeki 28 Şubat lekesi silinmeyecektir.
Bu vesile ile şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Siyasi ve entelektüel bir teşkilat olan Hizbuttahrir’in, silahlı mücadeleyi kategorik olarak reddetmesine ve devletin istihbarat kuruluşlarının da “Silahlı faaliyeti yoktur” demesine rağmen terör örgütleri listesinde yer alması akıl almaz bir hukuk düşmanlığıdır! Hilafet istemek ve yönde propaganda faaliyetinde bulunmak suç ise, üstelik de terör suçu ise, fikir ve ifade hürriyeti neyin nesi?
***
12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerindeki yargılamaların yenilenmesi için yasal düzenleme yapılması nihayet gündeme geldi, elhamdülillah.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, sağolsun, bu düzenlemeye dest vereceklerini ilan etti.
E hadi artık.
Necmeddin Erbakan taburu
Suriye’deki devrimci askerî birliklere bir yenisi eklenmiş: Necmeddin Erbakan Taburu.
Timetürk’ün internet sitesinde yayınlanan bir videoda bir grup mücahit, merhum Erbakan Hoca’nın fotoğrafı önünde, taburun kuruluşunu ilan edip Saadet Partisi’ne sesleniyor:
“Biz kendimizi Necmeddin Erbakan’ın talebeleri olarak görüyoruz. Milli Görüş’ü Suriye Devrimi konusunda yanlış yönlendiriyorlar. Devrimi size yanlış tanıttılar. Beşşar Esed’le görüştünüz, onu dinlediniz, bir de bizimle görüşün, bizi de dinleyin...”