Gerçek bir hanımefendi aslâ gerçek bir hanımefendi olduğunu söylemez!
Vurgulamak şöyle dursun, bunu îmâ etmeğe dahî gerek görmez!
Zâten buna lüzum da yokdur! Zîrâ gerçek bir hanımefendinin gerçek bir hanımefendi olduğunu herkes bilir, bilmeyenlerse görür görmez anlar!
Güzel ve oturaklı bir girizgâh oldu, bakalım sonunu da getirebilecek miyiz?
Deneyelim:
Peki, gerçek bir hanımefendinin gerçek bir hanımefendi olduğunu herkes nasıl ânında farkeder?
Tabii ki tavrından, duruşundan, oturup kalkışından, konuşmasından
ve hattâ susuşundan!
İkide bir “Biz gerçek hanımefendiler... Gerçek bir hanımefendi olarak ben... Ben gerçekbir hanımefendi sıfatıyla diyorum ki...” şeklinde zevzeklik eden kadınlar gülünç bulunur ve arkalarından, hattâ bâzen yüzlerine karşı sırıtılır!
Buna benzer bir durum devletler için de vâriddir.
Gerçek bir büyük devlet bunu belirtmeye gerek duymaz, çünki herkesin zâten bildiği bir vâkıadır.
Övüngenlik aşağılık duygusunun bir dışa vurumudur!
Aşırı övüngenlikse aşırı bir aşağılık duygusunun dışa vurumudur!
Öte yandan insanlar gibi devletlerin de birer kaderi vardır.
Bu bağlamda “Coğrafya kaderdir!” sözü meselenin özüne dokunan bir tesbitdir ama eksikdir. Çünki tek başına sâdece coğrafya değil onun yanısıra
“târih” de kaderdir!
Şöyle anlatayım:
Oğuz Türkleri bundan 950 yıl önce Karadeniz’in güneyine değil de gidip kuzeyine yerleşselerdi ne olurdu?
Çok basit!
Onlardan önce yâhut onlarla aşağı yukarı aynı zamanda gidip oraya yerleşen diğer Türk boyları, meselâ Peçenekler, Kumanlar, Bulgarlar gibi eriyip gider ve aşağı yukarı hiçbir iz bırakmaksızın bir Slav okyanusu içinde kaybolurlardı.
Volga Bulgarlarının yâhut öbürlerinin hükümdarlarına bakınız; önce meselâ İstemi Han,Boğaç Han filan diye giderken dördüncü beşinciden îtibâren ansızın Çar İvan, Çarİstepan vb. oluveriyorlar!
Bizde ise böyle bir şeyin vukû bulmaması, gerçekden büyük devlet olmamızla bağlantılı.
Büyük devletler başkalarından da elbet bir şeyler alırlar ama esas îtibâriyle başkalarına benzemez, tam tersine başkalarını kendilerine benzetirler.
Bizim büyük devlet olmakla övünmeye başlamamız ne zaman başlar, bilir misiniz?
Büyük devlet olmamızın sona ermesiyle...
Demek istediğim bu hastalığımızın târihçesi eskiye dayanır.
Sen 38 senedir kendi öz evlâdın olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhûriyeti’nin “nüfûsakaydı”nı yaptırama, yâni onun devlet olduğunu sözümona “İkizin” Âzerbaycan’a dahî kabûl ettireme, Sûriye gibi bir devlet savaş uçağını düşürüp pilotlarını şehîd ederken sesini çıkaramayıp üstelik bunu “diplomatik mahâret” olarak yutturmaya yelten ve ondan sonra hâlâ “Ben büyük devlet’im!” diye övün!!!
Böyle büyük devletlik olmaz!
Bunları şimdi durup dururken neden mi yazdım?
Hayhay, onu da arzedeyim:
“Büyük devlet” olduğumuz şarkısını dinlemekden artık içime baygınlık geliyor da ondan!
Ama haksızlık da etmeyelim, Türkiye bugün elbet bundan yirmi sene evvelki Türkiye değil.
Ama bir kimse yâhut kavram büyük müdür değil midir sualine cevab aranırken önce “neye göre” sualinin cevâbını bulmak gerekir.
At file göre küçükdür ama kediye göre büyükdür.
Konuşmalarımızda ve iddialarımızda daha ihtiyatlı olsak diyorum.