Müslüman için, açık arazide kıbleyi işaret eden bir taş yeterlidir. Tek kutsal rota… Ne zaman, pagan sembollerle renklendirilmiş Hıristiyan kültürün ihtişam zorlamasının esiri olduk?..
İslam, aynı zamanda mazlum coğrafyanın da adıdır…
Esir alınmış mescidler diyarıdır…
Müslüman olmak aynı zamanda yıkılmış İslam medeniyetlerinin kentleri, Şam, Bağdat, Halep, Musul’un acısı duymak, esir Kudüs’ün meselesini içselleştirmek, kendini “iki kutsal caminin hizmetkarı” (!) ilan etmiş bir hanedanın emperyalist-siyonist işbirlikçiliğini sorgulamaktır.
Bu konudaki düşüncelerim belli, ( “1”, “2”, “3”) herkes sipere yatmış zamanlama kollarken, “Ayasofya’yı açın, İncirlik’i kapatın” diye ortaya çıkmış bir yazarım ve hep söyledim, taşları 6’ncı yüzyılda Hıristiyan ustalar tarafından örülmüş Ayasofya, “uhrevi” değil “dünyevi” bir konudur.
1930’lu yılların ortalarında, çok özel koşullarda müze ilan edilmiş binayı yeniden ibadete açmak Türkiye’nin tüm dünyaya “tam bağımsızlık-egemenlik misajıdır”… (Prof.Dr.Süleyman Kızıltoprak, tarihi günün akşamında 24 TV’deki özel programımda ne güzel tarif etti 1930’ların dünyasını: Kuzeyde Stalin denilen bir diktatör var, Almanya’da Naziler, İtalya’da faşistler yükselişte, 1929 ekonomik buhranıyla ekonomiler çökmüş, büyük savaşın postal sesleri duyuluyor, Türkiye belli ki, Balkan Paktı ile başlattığı süreçte yeni ittifaklar ile kendini sağlama almaya çalışıyor.)
Türkiye’nin asıl tartışması gereken 1934’te alınan o karardan sonra kararın düzelmesi için neden 86 yıl gibi uzun bir zamanın geçmesi gerektiğidir. Açık söyleyelim, 2009’daki Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in yüzüne söylediklerinden sonra anti-emperyalist çizgisini koruyarak yürüyen Recep Tayyip Erdoğan gibi bir karakter olmasaydı, bugün de açılmış olmayacaktı.
Meselem, Erdoğan, daha geçen yıl “devlet aklı” ile konuşup “Bu oyuna gelmem” dediğinde sesi çıkmayanların, aynı “devlet aklı” Ayasofya’yı ibadete açtığında konuyu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile bir hesaplaşmaya dönüştürmesidir.
Gerçek ortadadır, 1930’ların dünyasında devlet aklı, o günün milli beka endişeleri çerçevesinde Ayasofya’yı müze yapmış, bugünkü devlet aklı ise, tam tersine, egemenlik ve tam bağımsızlık mücadelesinde, özellikle 15 Temmuz 2016 itibariyle yükselen anti-emperyalist bayrağın gölgesinde açmıştır…
· KRİPTO KİMLİKLERİN MANEVRALANMASI…
Mustafa Kemal hakkında “İngiliz ajanı” şaibesi çıkartanın bizzat İngiliz istihbaratı, bu lafı iki de bir geveleyenlerin de, kripto kimlikler olduklarını bilerek yolumuza devam etmek zorundayız.
Türk milletinin beka mücadelesi, siyaset üstüdür, siyasi düşüncesi ve yaşam tarzı tercihleri ne olursa olsun, milletin bütün kesimlerinin bu ortak mücadeleye omuz omuza katılmasıdır.
21’nci yüzyılın bu kırılma noktasında, bütün Türkiye artık bir Çanakkale, bir Kut-ül Amare, bir Sakarya-Dumlupınar’dır…
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması bahanesiyle, kim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 10 Kasım 2015 tarihli konuşmasında “artık geride bırakmalıyız” dediği eski tartışmaları ısıtarak Türkiye’nin gündemine getiriyorsa, emperyalist işbirlikçisidir…
Erdoğan, kararlı bir lider olarak o tarihi konuşmasında “yeniden kuvvayı milliyenin ana rotasını inşa ederken” şu sözlere yer veriyordu: “Cumhuriyetin ilk dönemindeki endişeleri ve hassasiyetleri anlıyoruz. Bu endişelerin ürünü olan pek çok uygulamanın cumhuriyetin benimsenmesi ve güçlenmesi sürecini uzattığını da kabul etmek durumundayız. Ama artık bunları geride bırakmamız gerekiyor.”(4)
Siyasi liderliğin bu tutarlı yaklaşımını, Türkiye’nin kendine Atatürkçü-laik diyen kesimi duymazlıktan geldi ama, üzücü olan, yanında olmayı –mış gibi gösteren pek çok unsurun da bu mesajı anlamamış olmasıdır.
· BÖLÜCÜ KİMLİKLERE İZİN VEREMEYİZ…
Ayasofya’nın açılışını, cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanılanlardan yola çıkarak milletin ortak Kuvvayı Milliye cephesini bölmekte, kesimler arasında soğukluk hatta yeni fay hatları oluşturmakta kullanmaya çalışanlara izin veremeyiz…
Kripto kimliklerin kendini gösterdiği, Amerikan emperyalizminin FETÖ üzerinden yürüttüğü yeni siyasi yapılanma ve ittifaklara zemin hazırlayacak tartışmaları körükleyenlerin ortaya çıktığı çok hassas bir dönem bu…
Bizans İmparatoru 1.Jüstinyen tarafından yaptırılmış Ayasofya, sonuç itibariyle tarihi bir binadır, ama, 24 Temmuz 2020 itibariyle Kuvvayı Milliye’nin kıble taşı olmuştur.
Yeniden ibadete açılışının 24 Temmuz’a denk getirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsünün imzaya döküldüğü Lozan Anlaşması’nın yıldönümü nedeniyle anlamlıdır.
Eğer devlet aklı, Gazi’nin Lozan’da eksik kaldığını gördüğü, bu nedenle, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, sonrasında Hatay’ın anavatana ilhakıyla tamamlama sürecini başlattığı mirasın takipçisiyse, ki, Doğu Akdeniz’de bunu sergiliyor, hepimiz bu mücadelenin birer neferiyiz demektir.
Emperyalizmin içimizdeki işbirlikçilerinin beka mücadelemizin ana cephesini oluşturan Kuvvayı Milliye’yi Haçperest başkentlerde şifrelenmiş formüller ile bölme girişimlerine Namık Kemal dizeleriyle cevabım olsun:
FELEK HER TÜRLÜ ESBAB-I CEFASIN TOPLASIN GELSİN
DÖNERSEM KAHBEYİM MİLLET YOLUNDA BİR AZİMETTEN
(1) https://www.star.com.tr/yazar/ayasofya-camiini-acma-zamanidir-yazi-1434707/
(2) https://www.star.com.tr/yazar/ayasofyayi-acin-incirliki-kapatin-yazi-1460561/
(3) https://www.star.com.tr/yazar/ayasofya-ve-hiristiyan-kusatmasinda-rusyanin-gizli-rolu-yazi-1555689/
(4) https://www.star.com.tr/yazar/erdoganin-10-kasim-manifestosu-yazi-1069100/