Ayasofya ile ilgili tartışma yeni değil, Türk siyasetinin kadim mevzulanırdan biri hatta.
1934’te bir kararname ile müze statüsüne geçirilen Ayasofya Camii, tek parti rejiminin sona ermesinden itibaren siyasetçilerin bigane kalamayacakları bir konu olarak mütemadiyen gündeme gelmiş.
CHP’nin tek parti ile Türkiye’yi yönettiği dönemdeki Türkçe ezan uygulaması gibi Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi de, milleti ziyadesiyle incitmiş ve bu hissiyatı öne alarak siyaset yapan her parti ve siyasetçiye bir ödev yüklemiştir.
İstanbul’un fethinin sembolü olarak cami yapılan ve 500 yıl hizmet veren Ayasofya, yeni rejimin laik olma kaydı şartının ve muvakkaten kurulduğunun bir tezahürü olarak müzeye dönüştürülmüştür.
Bunun ne denli travmatik bir hadise olduğunu tek parti rejiminin uzantısı olan siyasi geleneğin algılaması pek mümkün değil.
Onları geçelim; zira o geleneğin bugünkü temsilcileri arasında İstanbul’un fethini yani bir Türk ve İslam şehri olmasını “Zulüm 1453’te başladı” diyerek kahırla ananlar da var.
Bence konuşmamız gereken husus; dün Ayasofya için toplumun ekseriyetinin hislerini yansıtan görüşleri ile bildiğimiz bir kısım siyasetçinin bugün Ayasofya’da Fetih Suresi okunması üzerine Yunanistan’dan gelen küstah açıklamalara ses etmeyip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’nın cami vasfına geri kazandırılması hususunda “milletin dediği olur” mealindeki sözlerine verdiği tepki.
Ayasofya’nın cami yapılmasına karşı değiller ama bunun bir ‘siyasi koz’ olarak kullanılmasına karşılar. Genel yaklaşımlarını ya da vermek istedikleri intibayı bu şekilde özetleyebiliriz.
Böylece Batılılara, “Ak Parti’den geliyoruz ama bakın biz ne kadar farklıyız” diyebilecekler, toplumun Ayasofya hassasiyetini bildikleri için kıvırma payı da bırakmış olacaklar ve bu arada tüm bu ince siyaseti ahlakçılıkla makyajlayabilecekler…
Ellerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’nın cami olarak açılması bahsiyle ilgili bir yıl önce söylediği “Hele bir Sultanahmet’i dolduralım” sözleri de varken buradan yürürüz demişler belli ki.
Burada önemli iki husus var; ilki Ayasofya bir koz olarak kullanılabilir mi kullanılamaz mı bahsi.
Fetih camileri sembolik anlamı haiz yerlerdir. Bunun sebebi ise siyasi bir mesaj olarak kiliseden camiye çevrilmiş olmalarıdır. Fethedilen beldenin artık bir İslam şehri olduğunu işaret etmek içindir bu.
Buna fetih değil işgal diye bakanlarla konuşacak bir şeyimiz zaten yoktur.
Fatih Sultan Mehmet, başka pek çok kilisenin Hıristiyan halkın hizmetinde kalmasına müsaade etmişken, onlara malları, canları ve dinleriyle ilgili her türlü güvence vermişken Ayasofya’yı camiye dönüştürmüştür.
Bu sebepledir ki “Ayasofya’nın kart ya da koz olarak kullanılmaması” söylemi ucuz bir ahlakçılığın ve dahi siyaseten sünepeliğin ötesinde değerlendirilemez.
Gelelim ikinci hususa. Şunu herkes net olarak bilir; Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şimdi öyle bir gündemimiz yok” dese de, “Hele bir diğer camileri dolduralım, bakın Çamlıca Camii’ni daha yeni yaptık” derken de Ayasofya’nın yeniden cami olacağı günün hayalini kurmaktadır.
Bunun için tek kıstası vardır o da doğru zaman ve Müslümanların yararıdır.
Nitekim bu konu açıldığı bir kaç kez, Avrupa’da yaşayan Müslümanların ibadethaneleri ile ilgili olası olumsuz tasarruflardan endişelendiğini ifade etmiştir.
Buna mukabil iktidara geldiği günden itibaren Ayasofya’nın bir cami ve külliye olarak geri kazanılması için pek çok adımlar atılmış ve bu çalışmalarda rahmetli Prof. Dr. Haluk Dursun Hoca’nın çok emeği geçmiştir.
Hülasa Ayasofya kart da olur koz da; neticeye bakarız biz.
Ve bunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip olmasını gönülden dileriz.