"Sayın Perez, Benden yaşlısın. Sesin benden çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar yüksek çıkmayacak bunu da böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum. Ülkenizde başbakanlık yapmış olan iki kişinin banan önemli lafları vardır. Tankların üstünde Filistin’e girdiğim zaman kendimi bir başka mutlu hiisediyorum. diyen başbakanlarınız vardır. Şu zulme alkış tutanları da ayrıca kınıyorum çünkü bu çocukları öldürenleri bu insanları öldürenleri kalkıp ta alkışlamak. Öyle sanıyorum ki o da ayrı bir insanlık suçudur.”
Geçmişi zaman zaman hatırlamak, hafızanın ilacıdır derler. Bu da onlardan biri.
“One minute” ayarı olarak da bilinen konuşmanın giriş kısmında bu sözleri sarf etmişti dönemin Başbakanı Erdoğan. Zulme uğrayanların sesi olan, zalime ayar veren Erdoğan’ın bu çıkışı mazlum halklar nezdinde bir karşılık bulmuş, Erdoğan sadece Ortadoğu coğrafyasında değil dünyanın hemen her kesiminde doğal kahraman haline getirmişti.
O zaman bu çıkışı beğenmeyenler, “sevilen ülkelerine” laf söylenmesine üzülenler Erdoğan’a yüklenmiş, “Biz bittik, İsrail bunu unutmaz, diplomatik yollardan özür dileyelim” çağrısında bulunmuşlardı. Hoş özrü dileyen İsrail oldu, o da ayrı bir konu.
Bunu niye hatırladım, hatırlamanızı istedim biliyor musunuz?
Geçen Kasım ayında G20 zirvesi düzenledi Türkiye. Dünya liderlerini ağırladı. O toplantıya katılan ülke liderlerinin yanı sıra iki isim daha vardı. Biri Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk, diğeri de eski Lüksemburg Başbakanı şimdinin Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’dı.
Erdoğan her ikisini de ağırlayıp o günlerde de gündemde olan mülteci sorununu konuştu. İşte bu konuşma bir Yunan internet sitesi tarafından sızdırıldı. Aynı “one minute” çıkışında olduğu gibi benzer çabaya girdiler. “Birgün, Cumhuriyet, Zaman ve Sözcü” gazeteleri (muhteşem birliktelik) neredeyse aynı başlık kullanarak bu üçlü görüşmeyi “kirli pazarlık” olarak duyurdular okuyucularına.
Peki gerçekten öyle mi? Bakın ne demiş Erdoğan...
“Biz 53 yıldır (AB Üyeliği için) bekliyoruz. Dalga mı geçiyorsunuz? Sizin ülkeniz (Lüksemburg) benim ülkemin bir kasabası büyüklüğünde. Türkiye ile Lüksemburg’u kıyaslamayın” demiş...
Juncker’ın “İlerleme raporunu seçim sonrasına bıraktık” sözüne, “İlerleme raporunuz mu seçim kazandırdı bize? Bu raporunuz zaten bize hakaret. Nasıl böyle bir raporla ortaya çıkarsınız? Bu gerçek Türkiye değil. Gerçeği duymak için gelip sormadınız. Bu raporlarınız yüzünden Türklerin çoğu AB’ye üye olmak istemiyor” demiş...
“Size prens gibi davranıyoruz” diyen Juncker’a “Elbette öyle davranacaksınız. Ben üçüncü dünya ülkesini temsil etmiyorum” demiş.
“İki yılda 3 milyar verelim” teklifine “AB’nin parasına ihtiyacımız yok. Yunanistan’ı kurtarmak için 400 milyar Euro’yu ne zaman ödeneceği belli olmayan bir zamana yayarak verdiniz. Eğer iki yılda 3 milyar verecekseniz kalsın. Biz 8 milyar dolar harcadık zaten” demiş...
“Anlaşamazsak dramatik bir durumla karşı karşıya kalabiliriz” sözüne “ne yapacaksınız mültecileri öldürecek misiniz?” demiş...
Bunlar dört sayfalık tutanağın çarpıcı bölümlerinden. Mültecileri almamak için kıvranıp duran, verdiği hiçbir sözü tutmayan AB yöneticilerine “Mültecilerin seyahat özgürlüğü var. Otobüse doldurup size gönderirim” diyen Erdoğan, rakiplerini köşeye sıkıştırıp diplomatik üstünlük sergiliyor, satranç tahtasında şah çekiyor. Ama gelin görün ki o AB’li yöneticilerle birlikte, Türkiye’deki muhipleri de boncuk boncuk terliyor. Utanmadan “kirli pazarlık” başlıkları atabiliyor. Keşke her pazarlığımız böyle kirli olsa...
Şimdi bir kere daha soruyorum.
Erdoğan’ın bu ayarı en az one minute kadar muhteşem değil mi?
Köşeye sıkıştırdığı Avrupa Birliği yöneticileri ecel teri dökerken size ne oluyor da morarıyorsunuz?
Erdoğan kendinden önceki bazı başbakanların yaptığı gibi “siz nasıl buyurursanız öyle yapalım” dese daha mı mutlu olurdunuz?
Siz de AB’li kankalarınız da ayar üstüne ayar yemekten bıkmadınız mı?