Önce, siyaset tarihinin kulislerinde kalmasını istemediğim bir özel olayı hatırlatmakta yarar görüyorum...
İlerleyen yıllarda kendisini NATO Genel Sekreteri olarak göreceğimiz Anders Fogh Rasmussen’in Danimarka Başbakanı olduğu dönem...
İslam’ın yüce peygamberi için ilk karikatür denemesi Danimarka’da gerçekleşmiş, İslam dünyası ayakta, hatta ölümlü olaylara varan gösteriler yaşanıyor...
Recep Tayyip Erdoğan, Kopenhag’ı ziyaret ediyor... Danimarka ile ilişkiler, özellikle bölücü terör örgütünün TV yayınları ile pek iyi değil...
İki başbakan buluşacaklar, aradaki sorunlu konuları ele alacaklar... Erdoğan buluşmaya gitmeden önce, heyet, Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanının Danimarka diline çevrilmiş olanını bulmanın telaşında...
Çünkü, o kitapta özel bir bölüm var, kıdemli bir gazetecinin genç bir gazeteciye meslek hayatında neleri yapması, neleri yapmaması gerektiğini anlattığı bir bölüm, Türkiye gazeteciliği açısından hayli tutarlı bir bölüm... Kıdemli gazeteci muhatabına bir yerde şu sözü söylüyor, “Bu millet her türlü konuda eleştiriye, hatta hakarete katlanır ama, sakın, peygamberine laf söyleme, o zaman ne yapacağı...”
Danimarka dilinde yayınlanmış kitap bulunuyor, o bölüm itina ile işaretleniyor ve Erdoğan, Rasmussen ile buluştuğunda da Nobel’li yazarın Kara Kitap’ını hediye ediyor...
Danimarkalı siyasetçinin o kitaptan, özellikle işaretlenen yerden ne anladığını bilemeyiz, ama bildiğimiz bir nokta var, Türkiye ısrarla, Avrupa’da yükselen İslamofobi konusunda Avrupalı siyasetçileri uyardı, ama aldığı cevaplar hep cılız kaldı...
Aslında, Erdoğan’ın, Medeniyetler İttifakı eşbaşkanlığı sırasında başlattığı uyarı kampanyası, salt, Avrupa’da yaşayan Müslümanları ve genel anlamda dinimizi dış saldırılardan korumayı amaçlamıyordu, aynı zamanda, bu konuda gösterilecek hareketsizliğin, yarın, farklı gruplar tarafından kullanılabileceğinin de uyarı işaretleriydi...
İslamofobi adı altında yükselen ırkçılığın demokrasi zemininde tartışılması, Avrupa’nın demokrat güçlerinin Müslümanlar’ın hassasiyetlerine daha yakın bir noktada durması gerekiyordu...
Aksi durum, İslamı kullanan fakat temelde “siyasi bir hareket olarak faşizmin bayraktarlığını yapan” grupların sömürüsüne açık olacaktı...
Nitekim, Paris’te sol kanat mizah dergisi Charlie Hebdo’ya dönük terör saldırısı ve yaşanılan katliam, o gruplardan birinin devreye girdiğini göstermesi açısından önemli...
Müslüman
demokratlar
ayağa kalkmalı
Müslüman demokratların tarih sahnesine çıkacakları ve önümüzdeki yüzyılın insanlığı için Batı medyasının pek severek “İslamcı radikal terör grubu” olarak nitelediği bu tür faşist siyasi akımlara net olarak “hayır” diyeceği bir noktadayız...
Batı’da pek çok güç, yaşanılanı “İslam’la yeni hesaplaşma çağı” olarak görebilir, kendilerine “durumdan vazife çıkarmaya” kalkabilir... Onları, Batı demokrasilerinin demokrat güçleri durdurmalı...
Müslüman demokratlar ise, artık tam anlamıyla sabırları aşan bu faşist gelişme karşısında, dini hiçbir kavramı kullanmadan, salt siyasi mücadele alanı olarak kabul ederek kendi coğrafyalarındaki bu korkunç yapıyı temizlemelidir.
Recep Tayyip Erdoğan başta Türkiye’yi yöneten kadrolar, Müslüman nüfuslu bir demokrasinin sözcüleri olarak yıllardır bu uyarıyı yapıyorlar... Keşke haklı çıkmasaydık...
Türkiye önemlidir
Paris’te savunmasız bir-kaç karikatüristi katlederek İslam’ı savunduklarını sanan bu katillerin yaptıklarının Türkiye’nin önemini artıracağını belirtmek, parmağımızın arkasına saklanmaktan ibarettir. Evet, Avrupa’nın Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlana Hazretleri’nin insana dönük düşünce iklimi ile harmanlanmış Anadolu coğrafyasının Müslüman insanlarına ve bu insanların büyük bir sabırla inşa ettikleri demokrasilerine bugün, her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. Ama, bu durum, bizleri hareketsiz kılmamalı.
Bir yanımız Avrupa’da tırmanan İslam düşmanı ırkçılığa, diğer yanımız, dinimizi kullanarak faşizmi kurmaya çalışanlara karşı direnmek zorunda...
İşimiz zor...
Ama, demokrat olmak tarihin hangi döneminde kolay oldu ki?..