Rusya'nın Ukrayna'yı işgali Avrupa için sadece bir savaş değil, aynı zamanda kıtanın güvenlik mimarisini ve jeopolitik dengelerini kökten değiştiren bir kırılma noktası oldu. Soğuk Savaş sonrası Avrupa düzeni, içerde ekonomik ve parasal entegrasyon ile barışı sağlamış, dış güvenliğini ise NATO aracılığıyla ABD'ye emanet etmişti. Ancak bu modelin sürdürülebilir olmadığı artık netleşmiş durumda.
Trump yönetimi, ABD'nin küresel liderlik rolünü sorgularken, Avrupa'nın savunma politikalarında büyük bir değişim süreci başladı. Daha önce Washington'un yönlendirmelerine bağlı kalan Avrupalı devletler, Irak Savaşı'nda olduğu gibi ABD'nin hatalı politikalarını bile sorgusuz destekleyerek hareket etmişti. Ancak bugün Avrupa'nın kendi savunmasını inşa etme zorunluluğu, kıtanın siyasi dinamiklerini hızla dönüştürmek zorunda.
27 üyeli AB, mevcut karar alma süreçleri ve hız konusundaki hantallığı nedeniyle, kıtanın karşı karşıya olduğu varoluşsal güvenlik krizine yeterince hızlı yanıt veremiyor. Son 30 yıldır Avrupa'nın savunma harcamaları ortalama olarak GSYH'nin %1,5'i civarında kalmıştı. Artık Avrupa'nın kendi güvenliğini sağlamak için tarihi bir dönüşüm gerekiyor. Bu seviyelerin %3,5'e yükseltilmesi, kıta için tarihi bir savunma dönüşümünü işaret ediyor. AB ülkeleri 2007-2024 arasında Ukrayna'ya yaklaşık 39 milyar dolarlık askeri yardım sağladı. Bu rakam, toplam yardımların %39'una denk geliyor ve ABD'nin sağladığı yardıma yakın düzeyde.
AB, uzun yıllar boyunca yavaş ve hantal hareket edebilme lüksüne sahipti çünkü acil bir tehdit yoktu. Bu yüzden sabırla "ortak bir Avrupa evi" inşa etmeyi tercih etti ve ortak çıkarlar doğrultusunda Avrupa kimliğinin zamanla oluşacağına inandı. Ancak Avrupa'daki savaş ve ABD'nin güvenilmez bir müttefik haline gelmesi, 1945 sonrası ve 1989 sonrası Avrupa'nın artık sona erdiğini gösteriyor.
Yeni Avrupa, NATO'dan tamamen kopmuş değil, ama NATO da değil. Bunun nedeni, Avrupalıların NATO'dan vazgeçmesi değil; ABD'nin NATO'ya sırtını dönmesi.
ABD'nin şu anda Avrupa'da 100.000'den fazla askeri bulunuyor. Polonya'da 10.000 asker, kıta genelinde 40 askeri üssü var. Ancak ABD'nin Doğu Avrupa'dan ve belki de daha geniş çapta Avrupa'dan kısmen ya da tamamen asker çekmesi olasılığı giderek artıyor.
Özellikle ABD'de Donald Trump ve J.D. Vance gibi siyasetçilerin Avrupa'nın kendi güvenliğini finanse etmesi gerektiğine yönelik söylemleri, NATO'nun geleceği konusunda AB'yi ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya bıraktı. Trump'ın NATO müttefiklerine yönelik eleştirileri ve Avrupa'nın savunma harcamalarını artırması gerektiğine dair çıkışları, ABD başkanlık seçimleri sonrası daha da belirgin bir tehdit haline geldi. Benzer şekilde Elon Musk, ABD'nin Avrupa'nın güvenliğini finanse etmesine yönelik eleştirilerini sertleştirerek, "NATO'dan gerçekten çıkmalıyız. Amerika'nın Avrupa'nın savunması için para harcaması mantıklı değil." ifadelerini kullanmıştı.
Yeni Avrupa, sadece "NATO karşıtı" bir yapı olarak da tanımlanamaz. Çünkü NATO'ya üye ama AB'ye üye olmayan ülkeler, Avrupa güvenliği için kilit rol oynuyor.
Başta İngiltere olmak üzere, Norveç, Kanada ve Türkiye, Ukrayna'ya güvenlik garantileri sağlamak için kritik aktörler arasında yer alıyor.
Bu gelişmelere bağlı olarak, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin geçtiğimiz ay AB liderleriyle gerçekleştirdiği özel toplantıda, artan güvenlik tehditleri karşısında Türkiye ile ilişkileri derinleştirme çağrısında bulunması ve Türkiye'nin Londra Zirvesi'ne davet edilmesi, Avrupa'nın Türkiye'ye olan ihtiyacını bir kez daha gözler önüne serdi. Özellikle Trump yönetiminin Avrupa'nın savunma sorumluluğunu artırma yönündeki baskıları, kıtanın güvenlik dengelerini yeniden şekillendirirken Türkiye'nin rolünü daha da kritik hale getiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa'nın değişen güvenlik ortamına dikkat çekerek, "Türkiye olmadan Avrupa'nın küresel bir aktör olarak varlığını sürdürmesi giderek imkânsız hale geliyor" değerlendirmesinde bulunması ve Ankara'yı ziyaret eden Polonya Başbakanı Donald Tusk'ın da, "Avrupa'da istikrarın ve güvenliğin sağlanması için Türkiye'nin daha fazla rol üstlenmesi gerekiyor" ifadeleriyle Türkiye'nin Avrupa'daki stratejik konumu gözler önüne seriliyor.
Bu gelişmeler, AB'yi hem savunma hem de diplomatik düzeyde bir kıskaca soktu. Avrupa Birliği, bir yandan kendi askeri kapasitesini artırmaya çalışırken, diğer yandan NATO'nun güvenlik şemsiyesinden tamamen kopmamak için diplomatik dengeleri gözetmek zorunda. Bu noktada, Türkiye gibi NATO üyesi ancak AB üyesi olmayan ülkelerle ilişkilerin güçlendirilmesi önemli bir alternatif olarak öne çıkıyor. Türkiye'nin NATO içindeki stratejik konumu, güçlü savunma sanayisi ve enerji geçiş yollarındaki kilit rolü, Avrupa için vazgeçilmez bir ortak olmasını sağlıyor.