Bazen karıştırılır. Avrupa Konseyi, yani Türkiye’nin 1949 yılından beri üye olduğu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni bünyesinde barındıran örgüt ile AB’nin en üst organı olan Avrupa Konseyi, Türkçeye aynı biçimde çevrilmiş; öyle de yerleşmiş. Türkiye’nin üyesi olduğu örgüt Avrupa’nın Konseyi diye dilimize yerleşseydi, muhtemelen daha az sorun çıkardı.
Benzer durum AB Parlamentosu ile Avrupa Konseyi’nin Parlamentosu için de geçerli; neyse ki AK’ninkine Parlamenterler Asamblesi deniyor da fazla karışıklık olmuyor.
Yakın aralıklarla her iki kuruluşun parlamentolarında Türkiye ile ilgili raporlar yayınlandı. Raporlar özel olarak Türkiye konu edilsin diye hazırlanmadı; her üye ve aday ülke hakkında düzenli aralıklarla bu tür çalışmalar yapılır, gelişmeler raporlanır. AK’deki bu tür çalışmalar üye ülkelerin hala demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerine saygılı hukuk devleti olup olmadığı denetlenir; yani üye ülkelerin şirazesinden çıkıp çıkmadığı izlenir. AB’de ise aday ülkelerin üye olma kriterlerine yakınlığı ele alınır. Her iki kuruluşun parlamentosu da nihai kararları alan organların kararlarını etkiler; ancak kabul etmek gerekir ki AB’nin parlamentosunun yetkileri daha fazladır.
Kamu diplomasisinin önemi
AK Parlamentosunda, Türkiye üye olduğu için Türkiye’nin parlamenterleri de bulunuyor ve alınan her kararda onların da imzası bulunuyor. Ne yazık ki henüz AB üyesi olunamadığından benzer durum AB Parlamentosu için geçerli değil. Her iki parlamentoda da bir ülke ile ilgili raporlar yayınlanmadan önce, o ülkenin çeşitli kesimleri, baskı grupları, siyasi partileri alana gider ve kararın kendi istedikleri biçimde çıkması için kamuoyu oluşturmaya çalışır.
Slovakya AB’ye üye olmadan önce Slovakyalı siyasetçiler, tarım sendikalarının temsilcileri parlamento binasının önünde yatıp kalkıyorlardı. Benzer biçimde Polonyalı iş adamları da bir dizi parlamenteri yemeğe götürmek, ülkelerinde gezdirip ağırlamak zorunda kalmışlardı. Doğru yapmışlar ki, sonuç aldılar. Kısacası lehte her zaman karar kendi kendine çıkmıyor; bir ülke kendisiyle ilgili olumlu kararlar çıkmasını istiyorsa, bunu kadere bırakmayıp kendisi çaba gösteriyor.
Türkiye bu çabaları çerçevesinde PKK’nın iki kuruluşun da terör örgütü listelerinde yer almasını sağladı. Kendisinde terör örgütleri listesi olmamasına, yani ETA ya da IRA’yı terör örgütü olarak resmen ilan etmemesine rağmen, Avrupa ülkelerinin PKK’yı terör örgütü olarak saymasını sağladı.
Şüpheyi diri tutmak
Bununla birlikte, anladığımız kadarıyla Türkiye kamuoyunun hala bazı kuşkuları bulunuyor. AB Parlamentosu bir hafta önce PKK ile ilgili Türkiye’yi kızdıracak hiç bir laf bulunmayan bir belgeyi onaylayınca bu haber edilmedi. AK Parlamentosu metninde ise bazı yerlerde terörist değil aktivist dendiği için kıyametler kopuyor.
Bu, Avrupa ülkelerinin PKK’yı desteklediği düşüncesini pekiştirmeye yol açacak biçimde kendi kamuoyumuz tarafından işleniyor. Oysa bu gelişme olumlu biçimde de okunabilir. Demek ki Türkiye’nin de parlamenterlerinin yer aldığı bu kuruluş PKK’nın bundan sonra terör yapmayacağına ikna olmuş, yeni duruma isim arayışına girmiş. Ayrıca bu tür belgeler yoluyla terörü destekleyen ülkeler varsa bile, bundan sonra desteklenmeyeceği söylenmiş oluyor.
Türkiye’nin muhalefet partili Avrupa parlamenterleri bu belgeye olumlu oy kullanırken belki konunun iç kamuoyunda olumsuz biçimde tartışılmasını ve iktidar partisinin zor durumda kalmasını hesaplamış olabilirler. Ancak silaha, şiddete, tedhişe ve tehdide başvurmayana ne denebileceği konusuna da yol gösterici oldular.