Geçen hafta Paris dönüşü yazdığım yazıma “Gurbetçiler sadece seçmek değil, seçilmek de istiyor” başlığı attığım için sitem mesajları aldım. Avrupa’da yaşayan Türk okurlardan “Artık gurbetçi demeyin” şeklinde mailler geldi. Yarım asır önce tahta bavullarla Türkiye’den yola çıkan vatandaşlarımız, artık “gurbetçi” diye anılmak istemiyor. Bu önemli düzeltmeyi burada yapalım. “Diaspora”, “Avrupalı Türkler” gibi çok farklı tanımlar kullanılabilir ancak “gurbetçi” kavramı artık nostaljik metinlerin dokunaklı bir ifadesi olarak görülmeli belki de.
TRT Türk’de yayınlanan ve aktüel yönetmenliğini yaptığım “KORKUYORUM” belgeseli için farklı Avrupa ülkelerindeki Türklerle mülakatlar gerçekleştiriyoruz.
Bu çalışma sırasında şunu yakından görüyoruz ki, Türkiye’nin son yıllarda kat ettiği mesafe ve Avrupa ülkelerinin yaşadığı sosyal ve ekonomik gerileme (toplumsal çözülme, aile bağlarının zayıflaması, göçmen krizi vs) nedeniyle Avrupalı Türkler için artık yeni bir süreç başlamış durumda.
Türkiye, Avrupalı Türkler için kurtarıcı bir liman artık. Eskisinden daha fazla.
Ancak geri dönüş öyküsü farklı bir serüven niteliğinde olan isimler de var. Aktör Cansel Elçin bu isimlerin arasında ilk sıralarda yer alıyor.
Bu çerçevede Türkiye’de dünyaya gelen, Fransa’da büyüyen ve oyunculuk kariyerini Türkiye’de sürdüren aktör Cansel Elçin’in hikayesini de dinledik.
Cansel Elçin, Avrupalı Türklerin öyküleri içinde bir başarı sayfası olarak ön plana çıkıyor. Özellikle gösteri sanatları, sinema ve oyunculuk kariyerini Türkiye’de sürdürmek isteyen gençler açısından da örnek niteliği taşıyor.
Belgesel için gerçekleştirdiğimiz söyleşide, 9 yaşında İzmir’in Tire ilçesinden çıkıp, İstanbul’u dahi görmeden Paris yakınlarındaki Bondy bölgesinde yaşamaya başladığı zaman günlerce konuşamadığını anlattı. İlkokula birinci sınıftan başlamak zorunda kalmış. Fransızca öğrendikçe çevresindekilerle iletişim kurmaya başlamış. Daha sonra kendisini izlediğimiz dizilerde kendi deyimiyle “İzmir-Tire aksanlı” ve Fransızca fonunda konuştuğu Türkçesi nedeniyle dublaj sesinin arkasında takip ettik.
Diksiyonunu düzeltmek için yoğun çaba harcamış. Ve sonunda kendi sesini kullanabildiği eserlerle izleyicinin karşısına çıkacak bir noktayı yakalamış. Ve şimdi yıldızı giderek yükselen bir oyuncu olarak ön plana çıkıyor.
Bu karıncaların evi neresi?
Oyunculuk, Fransa’daki yaşamı ve İstanbul üzerine sohbetimiz sırasında hayalindeki bir film karesini anlatıyor. Yıllar önce ailece Fransa’dan Türkiye’ye gelişleri sırasında yaptıkları uzun yolculukları, verdikleri molaları anlatırken, bu sahneyi anımsıyor. Küçük bir çocuk bahçede oynarken, toprağın üzerindeki karıncaları misketinin üzerine alır. Karıncalar sağa ve sola koşturmaktadır. Ağabeyine sorar. “Abi, bu karıncaların evi neresi?” Ağabeyi parmağıyla üç farklı noktayı göstererek cevap verir: “Burası, burası, burası” Tıpkı dünya yüzeyinde insanoğlunun bitmeyen yolculuğu gibi. Röportajın detayları KORKUYORUM’da.