Almanya Berlin’deyiz. Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ile birlikte yayın yapmak üzere geldiğimiz Berlin, her geçen gün bir Türk şehrini andırıyor. Havaalanından otellere, öyle bir kahve içeyim dediğiniz mekanlardan taksilere kadar.
Bakan Çavuşoğlu, Yüksek Seçim Kurulu heyetiyle birlikte kritik bir sürecin adımlarını attı. Hatırlayacağınız gibi yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın son seçimde katılım oranları son derece düşüktü. İşte yeni bir modelle bu katılım artırılmaya ve çok daha geniş kesimlerin oy kullanması için uygun zemin oluşturulmaya çalışılıyor.
Daha önceki randevu sistemi yerine, vatandaşlarımızın doğrudan oy kullanacağı ve zaman diliminin daha geniş olduğu bir model öngörülüyor. Hangi partiye destek verirse versin bu katılımın artırılması, hem yurtdışındaki vatandaşlarımız açısından, hem de Türkiye açısından büyük önem taşıyor.
Uzun yıllardır, tam yarım asırdır devam eden bir maceradan söz ediyoruz. Dile kolay milyonlarca insanımız Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın dört bir yanında ayakta kalma mücadelesi verdiler. Özellikle bu ifadeyi kullandım, ayakta kalma mücadelesi.
Zira yakın bir tarihe kadar bu insanların kaderi, el yordamıyla ve yılların acı tecrübeleri üzerine inşa ettikleri adımlarla şekillendi. Çok ama çok uzun bir zaman devlet aklını yönetenler, bu insanların kaderiyle ilgilenmedi. Orada kalanlar, farklı kuşaklar veya dönenler, dönmek isteyip dönemeyenler; kaderleriyle başbaşa kaldılar.
İş hayatında, eğitimde ve diğer tüm alanlarda kendi çabalarıyla ayakta kalan milyonlar için, şimdi yeni bir dönemin başladığının sinyallerini alıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sanıldığından çok daha zor bir süreç. Çünkü kopmuş ilişkiler var. Artık Türkiye’den beklentisi olmayan, hatta aman benim işime karışmasın da ne hali varsa görsün diyenlerin sayısı hiç de az değil.
Ancak Türkiye’nin yapması gerekenler de sandığımızdan çok daha büyük bir listeyi oluşturuyor. Belki de en doğrusu, çok sağlıklı bir dinleme sürecinin başlaması. Zira kabul edelim ki, buradaki insanların dünyalarını tanımıyoruz. Değişim süreçlerinden haberdar değiliz. Dünyaya nasıl baktıklarını ise neredeyse hiç bilmiyoruz. Dolayısıyla Türkiye ne derse onu yapmaya hazır bir topluluk hayal etmeyelim. Bunun yerine, ortak bir gelecek için karşılıklı neler yapılabilir zemininde konuşmak daha sağlıklı görünüyor.
Kuşkusuz artık pasaportu çok daha değerli bir ülkeyiz. Avrupa Birliği maceramızda, öyle kapılarda bekleyen boynu bükük tavrımız çok gerilerde kaldı. Nitekim aynı şekilde yıllar yılı verdikleri onurlu mücadelenin ardından, bu ülkeye kırk elli yıl önce gelen kuşakların yalnızlığını ve çaresizliğini çoktan aşmış bir güç var artık Avrupa’da. Öncelikle bunun da farkında olmak zorundayız.
Devletin dizinin dibinde ağzını açmayan, kazandıklarını bankalar üzerinden ülkesine yollayan işçilerimizin dünyası geride kaldı. Şimdi, hayatın her alanında mücadele veren cesur insanlarımız var. Sadece küçük dokunuşlarla onlara destek olmak, vizyonlarına katkıda bulunmak, daha büyük adımlar atmalarının yolunu açmak. Hepsi bu.
Ancak bunun için geçmişin modellerini temsil eden yaklaşımlardan, basit örgütlenmeler üzerine devasa yapılar kurabileceğimiz yanılgısından bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Biz olmasak bile yoluna devam edebilecek insanları, ortak bir kadere davet etmek için daha fazlasına ihtiyaç var.