Euro bölgesindeki kriz Avrupa siyasetini yeniden şekillendiriyor. Artan işsizlik ve azalan alım gücü hükümetleri birer birer devirirken, konforu bozulan kitleler acı ama gerekli ve gerçekçi reçeteler yerine kolaycı çözümlere yöneliyor. Örneğin tüm suçu yabancı göçmenlere attığınız zaman ya da ırkçı-dinci nutuklarla ülkenizin daha bağımsız olması halinde her zorlukları aşacağını ilan ettiğiniz vakit oyları topluyorsunuz.
Tüm Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin bir nedeni bu kolaycılıkta yatıyor... İşsiz yığınlar ve başarısız siyasetçiler kendilerini sorgulamak istemiyor, bunun yerine Cezayirlileri, Faslıları veya Türkleri suçlamak daha kolay geliyor.
11 Eylül çılgınlığı
Avrupa’da sağın ırkçılığa ve dinciliğe kayışındaki bir diğer nedeni ise 11 Eylül çılgınlığı.
2001 yılında dinci militanlar New York’ta iki binayı yok edince Amerika’nın adeta ayarı kaçtı. Amerikalılar çılgına döndü, kimyaları bozuldu... O hızla Irak’a ve Afganistan’a girdiler. Afrika’dan Büyük Okyanus’a kadar geniş bir coğrafyayı potansiyel tehdit saydılar. Hızlarını alamayan Amerikalılar aynı paranoyayı Batı’ya da taşıdılar. Obama’nın gelişiyle bu çılgınlık yavaşladıysa da 11 Eylül paranoyası Cumhuriyetçi Parti’de ‘Çay Hareketi’ olarak hala devam ediyor.
11 Eylül’ün Avrupa’daki etkileri ise çok daha ağır oldu. Sınırları içindeki yaklaşık 15 milyon Müslümanla iç içe yaşayan AB ülkeleri Amerika’dan gelen dalga ile adeta ırkçılık-dincilik hastalığına kapıldı. İsviçre, Hollanda ve Norveç gibi nispeten özgürlükçü ve demokrat kimlikleriyle bilinen Avrupa ülkelerinde dahi ırkçı söylem meşru kanallardan siyasetin merkezine taşındı. Aynı şekilde Fransa ve Almanya gibi daha büyük ülkelerde ırkçılık alttan alta büyüdü, büyümeye hala devam ediyor.
Afganistan’da Taliban’a karşı tüm güçleriyle savaşan Avrupa hükümetleri kendi koyunlarında yılan besliyorlar, haberleri bile yok. Nitekim Almanya’da ırkçı grupların birçok Türkü bilerek ve isteyerek öldürdüğü, hatta bunun için derin Alman devletinden yardım aldığı da anlaşılıyor.
Irkçılık korkusu
Avrupa’da yükselen ırkçılık ve dincilik sadece bizleri değil, Avrupa’nın sağduyulu kesimlerini de endişelendiriyor. Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda ırkçı adayın oyların neredeyse beşte birini alması Fransız sağını da, Fransız solunu da dehşete düşürdü. Sarkozy bu korkuyu göremedi, tam tersine ırkçı-dinci oylara talip olmaya kalktı. Sarkozy bunun bedelini koltuğunu kaybederek ödedi. Başka bir ifadeyle Fransa’da aşırı sağın yükselişi merkez oyların solda birleşmesini sağladı.
Hollande’ın seçilmesi özellikle Fransa-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir yumuşama sağlayacaktır. Ayrıca yabancı düşmanlığı söylemi de önemli oranda kırılacaktır. Ancak Hollande’ın yarışı asıl şimdi başlıyor. Seçim kampanyasında “zenginden alıp fakire vereceğiz” kıvamında vaatlerde bulunan yeni cumhurbaşkanının krize yönelik tek reçetesi sadece bu ise Fransa yandı demektir. Fransa’da kriz derinleşir ise ne yazık ki bunun da bedeli yine Müslüman göçmenlere çıkarılacaktır. Başka bir deyişle Sarkozy-kafası kısa süre sonra Paris’e geri dönebilir. Buna karşın eğer Hollande başarılı olursa, Almanya’da Merkel yerini ilk seçimlerde Sosyal Demokratlar’a bırakır ise işte o zaman Doğu-Batı ilişkileri için de, Türkiye’nin AB üyeliği süreci için de çok farklı bir sürece girmiş oluruz.
Kısacası Avrupa siyaseti bizi de çok yakından ilgilendiren bir yol ayrımında. Aşırı sağ yükselişini sürdürecek mi, yoksa aşırı sağ korkusu merkezi birleştirecek mi?.. Bekleyip göreceğiz...