Avrupa Film Ödülleri’nin gümüş yılında Avrupa sineması için bir kutlama mı yapıldı yoksa ona ağıt mı yakıldı? Malta’nın başkenti Valetta’da gerçekleştirilen 25. Avrupa Film Ödülleri ertesinde Avrupa Film Akademisi’nin üyeleri ve basın mensupları aralarında bunu konuşuyordu. İlke olarak son derece parlak bir gecenin nasıl olup da pratikte bir “anma”ya dönüştüğünü anlamaya çalışıyordu. Bence 25. yılında daha coşkulu ve gururlu olabilirdi EFA...
Sanki Avrupalı sinemacıların soyu tükenmekteydi de önlem almak, yaşam alanlarını korumak için bir yardım gecesi düzenlenmişti! Oysa Avrupa Film Akademisi’nin bayrağı Ingmar Bergman’dan devralan Başkanı Wim Wenders, Yönetim Kurulu Başkanı Nik Powell, Yönetim Kurulu Üyesi Volker Schlöndorff; bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanan “Sezar Ölmeli” ile EFA adayı olan Paolo ve Vittorio Taviani; Cannes’da Altın Palmiye kazanan ve film, yönetmen ve oyuncu kategorilerinde EFA Ödüllerini toplayan “Aşk”a imza atan Michael Haneke başta olmak üzere Avrupa sinemasını Avrupa sineması yapan birçok yaratıcı bizzat salonda bulunuyordu! Üstelik hepsi hala film üretiyor!
***
En İyi Avrupalı Senarist ödülünü “Onur Savaşı” adlı filmiyle kazanan Danimarkalı Thomas Vinterberg’den “Alois Nebel” ile En İyi Canlandırma ödülünü kazanan Çek Tomas Lunak’a, ödül vermek için gelen Rus sinemasının yeni yıldızı Aleksey Popogrebsky’den Kısa Film Ödülü’nü uzun metrajlarının üstüne çektiği filmle alan Tudor Giurgiu’ya dek gençler de bütün enerjileriyle yeni kuşağı hakkıyla temsil ediyordu. Türkiye’nin en yenisi Altın Palmiyeli kısa film “Sessiz”in yönetmeni Rezan Yeşilbaş olan birçok EFA üyesi var ve onlar da bu genç enerjinin kaynakları.
Tören için hazırlanan video söyleşilerinde de Istvan Szabo’dan Fatih Akın’a, Liv Ullman’dan Maria de Medeiros’a
kadar her yaştan birçok sinemacı Avrupa’da sinema yapmanın ne denli önemli bir kültür mirası olduğunu, bayrağı hala taşıdıklarını anlatıyorlardı.
En İyi Avrupa Filmi kategorisinin adayları arasında Fransa’da 20 milyona yakın izleyici toplayan ve uluslararası alanda da 15 milyon kişiye ulaşan “Can Yoldaşım” vardı! “Aşk” da gişede gayet başarılı oldu. Törenden sonra konuştuğumuz Haneke ve yapımcısı Margaret Menegoz Filmin Fransa’da 600 bin izleyici topladığını, İngiltere ve İtalya’da çok iyi gişe yaptığını ve Yunanistan’da liste başı olduğunu bildirdi.
Buna rağmen VTR’lerin kurgusu ve Batı’nın sakin havası yüzünden sanki Avrupa sineması kaybedilmekteymiş gibiydi! EFA Ödülleri’nin sempatik sunucusu Anke Engelke’nin skeçleri ve politik doğruculuğa pek aldırmayan şakaları arasında biraz didaktik bir diskur çekilmiş gibi oldu. Coşku ve gurur eksik kaldı...
Oysa ortada şahane kariyerleriyle onursal ödüllerini alan Dame Helen Mirren ile Bernardo Bertolucci misali daha kimler kimler var! 104 yaşına gelen Manoel de Oliveira hala film çekiyor! Portekizli meslektaşlarım sigorta şirketlerinin genç bir yönetmenin filmi bitireceğini garantileyen bir belge imzalaması için dayattığını anlatınca çok üzüldüm doğrusu. Elbette yüz yaşını geçen bir insanın yaşamı her daim risk altındadır ama milyonda bir rastlanan böyle bir durumda, film çekmekte olan üstada mezarlığı işaret etmek yerine bir istisna yapmak kapatılamayacak bir zarar mıdır?
Sanırım asıl mesele genelde sinemaya yaklaşımın sigortacıların zihniyetine benzemesi. Filmlerin “garantilenmek” istenmesi. Ya gişe geliri elde etmeli ya önemli bir festival seçkisine girerek bütün dünyaya satılmalı. Para kazanmayan ama çok takdir edilen film yapmak matah değilmiş gibi geliyor kalabalıklara. Birçok farklı kesimden ağır eleştiriler alan ama C grubu izleyiciye pek cazip gelen kaba güldürüler, utanmazca politik sosa bulanmış ve boyundan büyük laflar etmeye çalışıp beceremeyen dramlarla voliyi vuran hemen baş tacı ediliyor. Türkiye’de bunun üstün bir de dürüstçe belgesel yapanlar dokuz köyden kovulmaya çalışılıyor.