14 Ekim Cuma günkü yazıda, 'dünyanın, içinde bulunduğu derin buhranların sonunda nasıl olacağı kestirilemezse de, yeniden kurulabileceği' ihtimaline değinerek demiştik ki, -özetle- : '(...) Avrupa ülkeleri, sadece bu kış için değil, her şeyleri açısından da Rusya'nın gölgesini üzerlerinde hissediyor ve Amerika'nın kendilerini -tıpkı Ukrayna gibi- 'yaya ve yalnız bırakabileceğini'- düşünüyorlar; 'NATO'da da, Amerika'dan sonra en büyük askerî güç olan Türkiye'ye muhtaç olduklarını' unutmuyorlar.(...)'
*
Ve dün, Avrupa Birliği'nin lokomotifi kabul edilen Almanya'nın Başbakanı Olaf Scholz'un yaptığı açıklamalar, hemen bütün Avrupa medyasında ilgiyle izlendi. Çünkü, Scholz, 'Avrupa Birliği'nin kapılarının yeni üyelere açılması için köklü bir reformun kaçınılmaz olduğuna dair görüşlerini açıklamakla kalmıyor; bir de 'Avrupa ordusu' çağrısı da yapıyor ve Avrupa Birliği'nin bağımsız, güçlü bir askerî güce sahip olması ve 2025 yılına kadar bir 'hızlı saldırı birliği' oluşturulması' ve Avrupa Ordusu için bir AB Karargâhı belirlenmesi'ni de gündeme getiriyordu.
'Şu anda 27 üyeli Avrupa Birliği'nin nüfusunun 450 milyon olduğu'nu hatırlatan Scholz, 'üye sayısının 36'ya çıkmasıyla, 500 milyondan fazla bir nüfusla dünyadaki gücünün artacağı'na da dikkati çekiyordu.
Bu görüşleri Avrupa içinde ilk söyleyen, Scholz değil..
Bu durumu kavrayabilmek için, son 100 yıla bakmak gerekiyor:
Çünkü Avrupa, Birinci Dünya Savaşı' sonrasında bir takım zoraki denge hesaplarına göre şekillenmişti.. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'nın asıl güçleri, İngiltere, Almanya, Avusturya -Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Rusya ve Osmanlı Devleti idi.
Savaş ortasında, Rusya'da komünist devrim gerçekleşti ve savaştan çekildiğini açıkladı. Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti yenildiler. Ama, yenilginin en büyük darbesini Osmanlı Devleti yedi; paramparça edildi ve her bir parçanın başına savaşın galibi olan İngiltere ise, o coğrafyaların yerli halklarından, ama, kafa ve kalbleriyle emperyalizme bağlı kuklaları yöneticiler olarak o yeni ülkelerin başına oturttu.
Ama, Birinci Dünya Savaşı sonundaki andlaşmalar, 'savaşa son vermek' yerine, 'barışa son' vermişti. Nitekim, 18 Ocak 1919 günü, yenik Almanya ile savaşın galibi olan devletler arasında Paris'teki 'Versailles (Versay) Sarayı'nda imzalanan Versailles Andlaşması, 20 sene sonra, 1 Eylûl 1939 tarihinde İkinci Dünya Savaşı'nı ortaya çıkarmıştı. O andlaşmanın haksızlıklarına karşı Alman halkını, 'Nasyonal Sosyalizm /Nazi ideolojisi'yle harekete geçirmeyi başaran Adolf Hitler, kısa sürede, Polonya, Avusturya, Çekoslovakya, Belçika ve Fransa'yı işgal etmiş, diğer taraftan da Balkanlar'a ve de Rusya'ya da saldırmıştı.
6 yıl süren o savaşın 5'inci senesinde devreye Amerika'nın da girip, Normandia'ya 1,5 milyonluk bir askerî güç çıkarmasıyla, Almanya kaçınılmaz bir yenilgiye doğru yol aldı ve Doğu ve Batı olarak ikiye bölündü. Batı Almanya, kapitalist emperyalizmin; Doğu Almanya ise komünist dünyanın eline geçti.
Hitler Almanya'sı yenilgiye uğratılmıştı. Ama, bu kez de Stalin liderliğinde Doğu Avrupa'yı yutan komünist Sovyet Rusya, kapitalist dünyanın karşısına dikilmişti.
Ve komünist yayılmacılığına karşı Nisan-1949'da 'Kuzey Atlantik Andlaşması Teşkilatı' NATO kuruldu. Türkiye de, NAT0'ya girdi, 1952 yılında; Sovyet Rusya tehdidine karşı..
Ama, NATO, Amerika'nın emrindeydi. Bütün askerî birimlerde en üst komutan hep Amerikalılardan oluşuyordu.
*
NATO, bir takım iç rahatsızlıklarına rağmen, Sovyet Rusya liderliğindeki komünist Doğu Bloku, kapitalist Batı Bloku için bir tehdit oluşturduğundan, NATO, komünist güçlerin lideri durumundaki Sovyetler Birliği'nin 1991-Haziran'ında dağılmasına kadar, vazgeçilemez görülüyordu...
Ama, Komunist Blok'un askerî gücü olan Varşova Paktı da dağılınca.. Ve 45 yıllık bir devlet olan Doğu Almanya da çöküp, Almanya Birliği gerçekleşivermişti.
İşte o dönemde, NATO üyesi Avrupa ülkelerinin liderleri, 'Artık NATO'ya gerek yok.. Bir Avrupa Ordusu'nu kurar ve kendimizi koruruz.. ' dediler, NATO'nun Napoli-1991 Liderler Zirvesi'nde..
Ancak, Amerikan Başkanı (Baba) Bush, 'Savaş sonrası Avrupa'yı biz kurduk, buradan çıkacak da değiliz..' deyince, başlar yeniden eğildi..
*
Yugoslavya'nın dağılması sürecinde, 250 bine yakın Müslümanın öldürülmesine yol açan Bosna Trajedisi'ne Amerika yıllarca seyirci kaldı ve hayalî Avrupa Ordusu'nun, Avrupa ihtilâflarını Amerikasız çözmeye yetmeyeceğini bu yolla gösterdi ve nihayet o kanlı Bosna Trajedisini ancak kendisinin durdurabileceğini göstermek için NATO'yu sahneye sürdü .
Böylece 'Avrupa Ordusu' kurmak rüyası rafa kaldırıldı.
*
Aradan 30 yıl geçtikten sonra.. Almanya şansölyesi Scholz şimdi, 'Avrupa Ordusu' kurulması gerekliliğinden yeniden söz ediyor..
Ancak, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almayı da göze alamıyorlar. Çünkü, şimdi 450 milyon nüfusu olan AB ülkeleri, o zaman 550 milyonluk bir nüfusa ulaşacak ve şimdi AB ülkelerindeki Müslümanların sayısı 10 milyon kadar olup, genel nüfus içinde yüzde 3 kadar olan Müslümanların, Türkiye'nin katılmasıyla, yüzde 25'e varacağını ve bunu Avrupa'nın kaldıramayacağını, sosyal bünyelerine büyük bir yabancı maddeyi dahil etmiş olacaklarını düşünüyorlar. Çünkü, Avrupa'daki bütün yabancı işçi toplulukların Avrupa yaşayış değerleri ve tarzları içinde eriyip gittiklerini ve amma, Müslümanların bir bütün halinde, eritilemediğini ve bunun kendilerinin geleceği için bir büyük handikap olacağını; kezâ,
Türkiye'nin de Avrupa ordusu'na katılmaması halinde, Türkiye'siz bir Avrupa Ordusu olamayacağını ve amma, Erdoğan Türkiyesi'nin, Avrupa'ya jandarmalık ve fedaîlik yapmayı kabullenmeyeceğini de biliyorlar.