Avrupa Konseyi Türkiye’de iyi tanınan ama her zaman iyi haberler alınamayan bir örgüt. 1949’dan, yani neredeyse kuruluşundan bu yana üyeyiz. Kurumsal yapısının ve normlarının gelişmesine katkıda bulunduk. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Parlamenter Meclisi’nin, çocukluk arkadaşım Yavuz Mildon da Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin bir süre başkanlığını yaptı.
Amacı insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak olduğu için hem Avrupa Konsey’inden, hem de ona bağlı, daha doğrusu bağlantılı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden oldum olası eleştiriler aldık, insan hakları ihlalleri yüzünden devlet olarak tazminatlar ödemeye mahkum edildik. Artık eskisi gibi köy yakmalar, yargısız infazlar ve işkenceler yok. Ama hala yargının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü sorunlarımızla Avrupa Konseyi’nin gündemindeyiz.
***
Neyse ki ne tek sorunlu ülke biziz, ne de bir tek sorunlarımızla bu örgütün gündemindeyiz. Hafta başında insan hakları çalışan genç meslektaşım Müge Dalkıran ile birlikte Kültür Üniversitesi’nden 18 öğrencimizi Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdüğümüzde gördüm ki Türkiye Konsey’in daha etkin çalışması için katkı payını gönüllü olarak arttırmış ve şimdiden statü atlamış. 1 Ocak 2016’dan geçerli olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya ile yönetim açısından eşit şartlara kavuşmuş.
Bunun dışında Parlamenterler Meclisi’ndeki temsil sayımız da çok yakında 18’e çıkıyormuş. Hepsinden önemlisi de tam bizim orada olduğumuz günlerde kadına yönelik şiddetin önlenmesi için 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan bu yüzden de İstanbul Sözleşmesi adını taşıyan mekanizmanın Taraf Devletler Komitesi’nin başkanlığına Büyükelçimiz Erdoğan İşcan, denetim organı olan GREVIO’ya da sevgili hocam ve bu işi en iyi yapabilecek insan Feride Acar seçilmiş.
Seçimlerin tesadüfi olmadığını, arkasında yoğun bir diplomasi yattığını söylemeye sanırım gerek yok. Türkiye Komite ve GREVIO mekanizması aracılığıyla, katkı payını arttırıp beş büyüklerle eşit seviyeye gelmesiyle, 18 üyeyle Parlamenter Meclisi’nde temsiliyle, yeni temsilcilik binası inşaatıyla belli ki sadece Strazburg’da kalıcı ve etkili olmayacak, Grönland’dan Vladivostok’a kadar geniş bir coğrafyada yumuşak gücünü de pekiştirecek.
Umarız insan hakları sorunlarımız da en kısa sürede çözüme kavuşur ve bu coğrafyada artan ağırlığımızın tadını daha rahat çıkartırız, Avrupa Konseyi gibi norm koyan bir sistem içinde çok daha etkili oluruz. Ancak unutmayalım ki Avrupa Konseyi sadece etkimizi arttıracağımız bir platform değil. Biz de onun koyduğu normlardan, geliştirdiği gözlem mekanizmalarından ve kurduğu yargı sisteminden yararlanıyoruz.
***
AİHM’de devlet olarak Türkiye yargılanıyor ama dağıttığı adaletten millet olarak bizler yararlanıyoruz. Aynı şey kadına karşı şiddet konusunda da olacak. Sözleşmeyi bugüne kadar onaylayan Türkiye dahil 15 ülkenin uygulamaları GREVIO tarafından takip edilecek, belki Türkiye de eksiklikleri, yerine getirmediği taahhütler için eleştirilecek, fakat sonunda bizler, bu ülkede yaşayan insanlar kazanacağız. Daha az kadın şiddete maruz kalacak.
Doğrudur; Türkiye resmi kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle, üniversiteleriyle, hatta basınıyla kadına karşı şiddetin önlenmesi için çok şey yaptı, ama şiddeti bitiremedi. Gün geçmiyor ki yeni bir vahşet haberiyle sarsılmayalım. Fakat şiddetin önlenememiş olması bizleri bezdirmemeli, bunu geleneğe karşı verilen uzun soluklu bir mücadele olarak görmeliyiz. Caydırıcı yasalar kadar eğitimi ve kampanyaları da önemsemeliyiz. Kadını eşyalaştırmaktan, ötekileştirmekten, ayrımcılığa tabii tutmaktan kaçınmalıyız. Tüm bu nedenlerle de İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmalıyız...