Avrupa ile yüzleşmeden memleketteki bazı yaraların sarılması zor gibi görünüyor. Avrupa derken kastettiğim aslında “Avrupa’daki Türkiye”. Yoksa AB süreci, vize, ekonomi gibi konular zaten belli bir takvim çerçevesinde ele alınıyor işinin uzmanlarınca...
Belirli baskı dönemlerinde yoğunlaşan bir göç sözkonusu olmuş memleketimizden Avrupa ülkelerine.
Farklı politik görüşlerden milyonlarca Türkiye insanı, Avrupa’dan memlekete zaman zaman küskünlüğe kaçan bir özlemle bakıyor. Ve en kötüsü memleketten gelen iyi haberlere bile inanamıyor.
Annesinin babasının cenazesinde bulunamayan o kadar çok Türk ve Kürt var ki Avrupa’da.
Siyasi nedenlerle dönemediği ülkesindeki anasının, babasının mezarını dahi ziyaret edemeyen on binler var belki de...
İlk aklıma geleni Kürt ozan Şivan
Perver.
Yıllar önce 24 TV için yaptığımız söyleşide “34 yıldır, belki de 35 yıldır memlekete gidemedim, annemin
mezarını ziyaret edemedim” demişti
Şivan Perver.
Bu cümle okunması kolay olsa da, yaşanması oldukça zor bir acıyı anlatıyor. Gurbete gelen kayıp haberinin ardından ilk uçağa yetişip, son yolculukta hazır bulunmak çok acıdır. Ama en acısı o son yolculukta bile hazır bulunamamaktır.
Türkiye’den gelecek bir barış müjdesi, belki de milyonlarca insan için derin bir yaraya da merhem olacak.
Hal böyleyken, barış çabalarına en ihtiyatlı bakışın Avrupa’daki bu çevrelerden geldiğini görüyoruz.
Paris, Brüksel, Strasburg... Görevim gereği haber takibi için hangi kente gitsem, oradan Türkiye’ye özlemle ama biraz da küskün bakan çevrelerin barışa neredeyse Kandil dağında bulunan PKK’lılardan bile daha az inandıklarını görüyorum ve ürküyorum.
Sanki memlekette başlatılan barış ve açılım çabalarının önemli düğümlerinden birisi Avrupa’daki Türkiye insanında.
Oradaki her politik görüşten insan için, sağcısı için de, solcusu için de, Türk milliyetçisi, Kürt milliyetçisi için de sanki saat memleketten çıkıldığı anda durmuş... Takılı kalmış zaman...
Türkiye’de atılan adımları bulundukları noktadan okumak ve hakkını teslim etmek imkansız gibi pek çokları için.
Bu açıdan bakıldığında, AB Bakanı Egemen Bağış’ın Pere-Lechasie mezarlığında bulunan Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarlarını ziyaret etmesi kanımca önemli bir anlam taşımakta. Kişisel olarak da çok etkilendiğim bu ziyaretten abartılı bir anlam çıkarmayayım diye kelimelerimi özenle seçiyorum ama bu ziyaretin tarihi olduğunu da söylemeden geçemiyorum.
“Gurbette yaşamaktan da zor olanının gurbette bir şehir mezarlığında yatmak” olduğunu anlattı AB Bakanı Bağış.
Memleket hasretiyle, politik nedenlerle dönülemeyen bir memleket özlemiyle yanarken hayatını kaybeden iki isim Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney...
Türkiye, barış projelerini tartışırken, sınırların ötesindeki on binlerle de bu yüzleşme olmazsa olmazımız gibi...
Bu yüzleşme, politik tartışmaların ötesinde sanat ve kültürel zeminlerde yakalanmalı önce...
Ve sanki Türkiye’de bu yüzleşmenin önemli adımlarını yine “Yüzleşme” isimli sergisiyle gerçekleştirmiş olan ressam Ahmet Güneştekin bu iş için biçilmiş kaftan...
Batmanlı ressam Ahmet Güneştekin ile İstanbul’da “Yüzleşme” sergisinin açılışında tanışmıştık.
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısı çerçevesinde hazırlanmış bir programdı.
Şu anda eserleri en yüksek fiyata alıcı bulan uluslararası üne sahip bir sanatçı olan Ahmet Güneştekin, tırnaklarıyla kazıyarak bulunduğu noktaya gelmiş sembol bir isim...
İşçi kamplarında yetişmiş olan Güneştekin’in sergisindeki yüzleşmenin bir sonraki halkası Paris’te gerçekleşse...
Mesela Paris Kürt Enstitüsü ve Kültür Bakanlığı tarafından ortak bir organizasyon yapılsa...
Avrupa’daki “küskün Türkiye” düğümünün açılması için ikinci önemli adım olmaz mı?
Mesela diyorum...