Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun sivil anayasa çalışmaları çerçevesinde AK Parti’nin yüksek yargı ile ilgili değişim teklifi bağlamında yapılan tartışmaları doğrusu hayretle izliyorum.
Teklifi veren AK Parti olunca, bazı çevreler işin özüne bakmadan her zaman olduğu gibi bağnazca bir önyargıyla, “Bu işin sonu diktatörlüğe gider” gibi artık ezberlediğimiz bir direniş sergiliyorlar.
Tıpkı 2010 12 Eylül referandumunda olduğu gibi... O günlerde yoğun, tartışmalı, çatışmalı ve gergin bir dönem yaşadık. Bir yanda, “Türkiye artık bu vesayet tablosuyla gidemez, demokratikleşmeli” diyenler, öte yanda ise askeri ve yargısal vesayeti ölümüne savunanlar... Siyasetçisiyle, kanaat önderleriyle medyasıyla ülkenin değişimine direndiler.
Unutmayalım ki, Ergenekon, andıçlar, darbe planları aynı zamanda değişime direnenlerin tarihidir. Bu kesimler, 2010’da hepsi birden amansız bir mücadele verdiler ve birlikte kaybettiler.
Türkiye o gün, siyasallaşan, siyasete alet edilen, hukuktan çok ideolojiye itibar eden, demokrasiye müdahalenin altyapılarını oluşturan bir yargı sistemine karşı mücadele verdi. Henüz o mücadele bitmiş değil, kamil manada bir demokratik hukuk devleti için daha atılacak adımlar var.
Eğer, zihinlerimizi “AK Parti karşıtlığı” takıntısından kurtarıp sivil bir bakış açısıyla AK Parti’nin yargıdaki değişim paketini değerlendirebilirsek, bu paketin demokratik dünya örneklerinden farklı olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Özetle AK Parti, Yargıtay ve Danıştay’ın kaldırılarak Temyiz Mahkemesi kurulmasını öneriyor. Buna göre, Temyiz Mahkemesi üyelerinin 4’te 3’ünü Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) seçecek. 22 üyeli HSK’nın 14 üyesini de Meclis ve Başkan belirleyecek. Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden 9’unu TBMM seçecek, 8’ini Başkan atayacak.
AK Parti’nin bu teklifinden bir ‘diktatörlük’ tablosu çıkarmak için evrensel hukuk normlarını ve demokratik dünyadaki örnekleri görmezden gelenlerin, AB ülkelerindeki yüksek yargının oluşumu ile ilgili şu tabloyu, kafalarındaki ideolojik şemayı bir an olsun bir tarafa bırakarak okumalarında yarar var.
İngiltere, Almanya, Belçika, Norveç, İrlanda, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Lüksemburg ve Macaristan`da ilk derece mahkemelerinin hakimleri ya doğrudan bakanlık tarafından ya da bakanlığın önerisi üzerine devlet başkanı tarafından atanıyor.
İtalya, İspanya ve Polonya’da hakimler, aralarında yasama ve yürütme mensuplarının da bulunduğu karma yapıdaki konseyin önerisi üzerine devlet başkanı tarafından görevlendiriliyor.
Fransa, Portekiz ve Yunanistan`da atama işlemini, aralarında bakanlık görevlilerinin de yer aldığı Yüksek Yargı Konseyi yapıyor.
Almanya`da hakimlerin atamasında adalet bakanı etkili. Fransa`da ise hakim atamalarını Yüksek Yargı Konseyi yapıyor. Başkanlığını cumhurbaşkanının yaptığı konseyde, adalet bakanı başkan yardımcısı olarak yer alıyor ve 14 üyeli konseyin 6 üyesi kürsü hakimleri, 6 üyesi savcılar arasından seçiliyor. Birer üye de millet meclisi ve senato tarafından atanıyor.
İngiltere`de yüksek yargıçların atanmaları, hükümetin önerisi üzerine kraliçe tarafından gerçekleştiriliyor. Diğer hakimler ise adalet bakanınca atanıyor.
Almanya`da eyalet hakimlerinin yüzde 75`i eyalet başbakanı ve adalet bakanı tarafından atanıyor. Hakimler hakkında soruşturma adalet bakanının talebi ile yapılıyor.
İtalya`da hakimlerin tayinini 23 üyeden oluşan Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu yapıyor. Kurulun 7 üyesi direkt yasama organından, 16 üyesi ise hakimler, hukuk profesörleri ve avukatlar arasından parlamento tarafından seçiliyor. Kurulun başkanlığını cumhurbaşkanı yapıyor.
İspanya’da Yargı Genel Konseyi 20 üye ve bir başkandan oluşmaktadır. Başkan haricindeki 20 üyenin 10’ senato, 10’u ise Temsilciler Meclisi tarafından seçilmektedir.
Belçika’da Yüksek Yargı Konseyi Parlamentonun denetimine tabidir. Yüksek Konsey her ay toplanmaktadır.
Portekiz’de Yüksek Yargı Konseyi 16 üyeden ve bir Başkandan oluşmaktadır. Konseye yargı dışından gelen 2 üyeyi doğrudan Devlet Başkanı atamakta, geriye kalan 7 üye de Parlamento tarafından seçilmektedir.
Biliyorum, bazıları hemen Venedik Komisyonu’nun Adli Atamalar Raporu’ndaki şu paragrafı hatırlatacak: “Yargı kurulu üyelerinin önemli bir çoğunluğu bizzat yargı tarafından seçilmelidir. Kurulun demokratik meşruiyetini sağlamak amacıyla geriye kalan üyeler üstün hukuki niteliklere sahip kişiler arasından Parlamento tarafından seçilmelidir.”
Evet doğrudur, ‘demokratki hukuk devleti’ esasına göre şekillenen bütün ülkeler ve de Türkiye Venedik Komisyonu’nun tavsiyelerini dikkate almak durumundadır. Ancak, hemen bütün Avrupa ülkelerindeki uygulama örnekleri de göstermektedir ki, AB üyesi ülkelerin birçoğunda yargının en yüksek idare ve karar mercileri olan Yüksek Yargı Konseyleri’nin oluşumunda yasama ve/veya yürütme erki etkin konumdadır.
Örnekler ortada, kimse ‘diktatörlük masalları’ uydurmasın. AB ülkelerinde, yüksek yargının oluşumunda parlamento etkin olunca ‘diktatörlük’ gelmiyorsa, Türkiye’de de gelmez.