Bugün fazla ciddî konulara girmeyerek neş’eli birşeyler yazayım istiyordum ama kısmet değilmiş.
Her işin başı kısmet, Kardeş...
Bu karârımı değiştirmeme Rahmetli Peder sebebiyet verdi.
Evet, o olmasaydı niyetimi gerçekleştirebilecekdim ama birileri tutup yine yok “kafatasçı” yok “kan tahlilcisi” filan diye girince canım sıkıldı. Aslında bu tür iddialarla uğraşmamaya, onları yok saymaya da karar vermişdim ama bâzen dayanamıyor insan.
Onun için Nihâl Atsız’ın “ırkçılığı” meselesini, bu sefer inşallah hakıykaten son olarak bir kere daha ve “kendi kaleminden” olmak üzere ele almak zorunda hissediyorum kendimi!
Bakınız mûmâileyh ne demiş:
“Irkçılık, birtakım şarlatan maskaraların ileri sürdüğü gibi kan tahlîl etmek, kafatası ölçmek veyâ yedi ced saymakla alâkalı değildir.
Irkçılık, yabancı hiçbir şuuru benimsememek, ona sâhip çıkmamak dâvâsıdır!”
Tamam mı?
Yetmediyse bir de şu satırlara göz atalım:
“Türk soyundan gelenlerle kendini bir Türk kadar Türk hissedenlere Türk denilir.”
Yâni Adam daha nasıl söylesin?
Ha, bakın, Atsız gerçi kan tahlîli yapmazdı ama kafatası ölçer ve bundan bayağı keyif de alırdı!
Bunun için yaklaşık 50/55 santim uzunluğunda ve uçları içeriye doğdu mukavves, yâniyâ kavisli, pergele benzeyen bir âlet kullanırdı. Sap tarafında ise bir gösterge ve üzerinde hareket etdiği işâretler bulunuyordu. Âletin uçları oynadıkça bu ince ok da hareket ederek o işâretlerden birini gösteriyordu.
Atsız genellikle kafatasını ölçtürmekden zevk alan ve bunu bir tür salon oyunu gibi telâkkî eden konukların başlarını; önden ve yandan olmak üzere bu âletle ölçer, sonra elde etdiği rakamları, kendisinden başka kimsenin okumasına imkân olmayan kargacık burgacık bir yazıyla bir kâğıda çiziktirir, esrârengiz bâzı hesablar (!) yapar ve sonra “netîce”yi bildirirdi:
“Ooo, Hanımefendi, siz tasavvurun fevkınde bir Türksünüz! Bu ölçülere göre son iki üç yüz yıl boyunca âilenize saf Türklerden başkası karışmamış!”
Yâhut:
“Hımmm, Filanca Bey Kardeşim, tuhafdır, ben sizi daha saf bir Türk çıkacak tahmîniyle ölçmüşdüm ama keşke bundan sarf-ı nazar etseymişim... Mâmâfih derd edinmeyin, mukadderât!..”
Gerçekde o “kafatası ölçme âleti” Mânevî Babası Dr. Rızâ Nur’dan kalma bir havsala ölçme âletiydi. Yâni, hâmile kadınların rahat doğum yapabilip yapamayacaklarını anlamak üzere leğen kemiklerini ölçmek üzere kullanılan bir tıbbî cihaz...
Rahmetli’nin tuhaf bir mizah anlayışı vardı.
Kısacası, ömrü boyunca ırkçı olduğunu vurgulamakdan geri kalmadı ama böyle kan tahlîli, kafatası ölçümü vs. gibi “bilimsel” (!) metodlara da metelik vermedi.
Dediğim gibi, ben bu konuya girmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum ama birileri yine durup dururken kurcalayınca tersime gitdi.
Be adamlar! Bir şey iddia ediyorsunuz ama meseleyi daha kendiniz anlamamışsınız, oturup ahkâm kesiyorsunuz! Rahmetli Arkadaşım Uğur’un dediği gibi bilgi sâhibi olmadan fikir sâhibi olan güruh... Önce bir aç oku da sonra konuş, n’est-pas?
Sevâbına birkaç mısrâ ile bitirelim:
“Herşey düzelecek diye başladık hayâta!
Herşey düzelecek ama elif-be-te, mâlûmât, cehil...
Ve mütehassisen kaçmadan ifrâta
Bir uzman arama safhasındayız ehil!”