Ateş, Montreal Dünya Film Festivali’ne de düştü! Güzel haber iki gün üst üste geldi gündemimize: İsmail Güneş’in yönettiği “Ateşin Düştüğü Yer” Montreal Dünya Film Festivali’nde önce FIPRESCI (Dünya Film Eleştirmenleri
Federasyonu) Ödülü’nü alarak en zor beğenenleri bile ikna edecek güçte bir film olduğunu kanıtladı. Sonra da Grand Prix des Ameriques / Amerikalar Büyük Ödülü’ne değer görüldü! Onu artık “ödüllerin düştüğü film” olarak anabiliriz!
***
Bir namus cinayetinin anatomisi olarak özetlenebilecek “Ateşin Düştüğü Yer” usta işi bir film. Bir ailenin üzerine titrediği kızını öldürmeyi nasıl göze alabildiğini, onlar üzerinde baskı oluşturan toplumsal yapının ne pozitif ne ilahi hukuk yönünden hiçbir dayanağı olmadığının altını çizerek anlatıyor. Baba ile kızın, katil ile kurbanına dönüşmesinin ardından çıktıkları yolculukta değişen psikolojilerini de ancak deneyimli bir yönetmenin başa çıkabileceği bir hesaplaşmaya / helalleşmeye dönüştürüyor. Başka bir uygarlığı, başka bir hayat tarzını temsil eden Alman turist çiftin ilişkisindeki bir sorun da gelenekçi ailenin açmazına paralel anlatılarak, baba kız ile iki sevgilinin yolları tuhaf rastlantılarla kesiştirilerek oldukça cesur bir kültürel eleştiriye zemin hazırlıyor.
Aşiretinin barbarlığını babalığından üstün tutan erkeğin çektiği vicdan azabı ile kalp hastası hamile genç kızın aşk uğruna hayattan vazgeçişi son derece duyarlı ve dokunaklı bir hissiyat derinliği ve dekoratif kalmayan hakiki bir mistisizm katıyor filme. Coğrafya ve iklim seçiminin sağladığı metaforlarla zenginleşen yol ve yolculuk “Ateşin Düştüğü Yer”i yakmadan soğutacak bir merhem olarak hem sinemasal hem toplumsal açıdan “önemli” bir yapıt haline getiriyor.
***
Filmin kendisi ne kadar kalburüstü ise onu saran koşullar da o kadar banal! “Ateşin Düştüğü Yer”in basın gösteriminin ardından filmi beğenen bir grup eleştirmen hararetle konuşmuştuk ve ardından yapımcısı Baran Seyhan’ı arayıp ona “battığını” haber vermiştim. Malumunuz Türkiye’de iyi filmlerin gişede başarılı olması istisnai bir durumdur. “Filme bir kastımız yok, taammüden beğenmiş değiliz, kendiliğinden oldu” dedik. Nitekim film, www.boxofficeturkiye.com kaynağına göre bu yıl gösterime giren 32 yerli yapım arasında 20. sırada yer alıyor 16860 izleyiciyle.
Montreal’den gelen müjde, hakikaten sevindirici ve önemli. Film sektörümüzdeki toparlanmanın ve film kültürümüzdeki yükselişin, sadece doksanlardaki hareketi başlatan öncü auteurleri ve onların açtığı yoldan ilerleyen genç sinemacıları değil, gayret eden herkesi kapsadığını gösteriyor. Hala daha vahim denecek bir zihniyetle içinden “idare edilmeye” çalışılan Türkiye sinema sektörünün ancak evrensel bir anlayışla başarıya gidebileceğinin bir göstergesi bu.
İsmail Güneş, son on yılın sinema alanında çıkarılan yasalarına ve örgütlenme biçimlerine doğrudan taraf olmuştu. Destek mekanizmasının sağladığı olanakların elde edilmesinde büyük payı var, sağolusun. Ne yazık ki meslek birliklerini sektörün tepesine konduran sistemin merkezinde yer alan bir yönetici vasfı da bulunuyor.
Elime fırsat geçmişken bu içtenlikle sevindiğim başarıyı İsmail’in başına kakmadan da geçmeyeceğim: Türkiye’deki festivallere emsali dünyada görülmemiş bir ön jüri oluşturma baskısı yapanlara prim verdiği için. Öncelikle festivalin kalitesini düşünen profesyonel programcılarından oluşan bir komiteyle festival için en doğru sanatsal yönetimi yapmalarına ne diye karışıyorsunuz ki? Eh İsmail, Montreal’de ön eleme jürisi mi var? FIPRESCI Ödülün de bu açıdan iyice manidar: O jürinin, 72 film festivalinde görev yapan FIPRESCI jürilerinin, FIPRESCI’ye bağlı 52 ülkedeki sinema yazarı örgütlerinin üyeleri olan film eleştirmenlerinin çoğunluğu aynı zamanda film küratörlüğü yapar!