Osman Ulagay, bir dönem Sabah’ta birlikte çalıştığımız, bilgi birikimi yüksek, dünyayı yakından izleyen, birikimli bir gazetecidir. Dünyada üretim ve yönetim biçimleri arasındaki ilişkiyi ülkemizde en iyi izleyen isimlerin başında gelir.
Şu anda aktif olarak gazetecilik yapmayan Ulagay’ın yokluğu mesleğimiz adına bir eksiklik.
Ulagay bir modernist ama modernci Atatürkçüleri eleştirmekten geri durmayan bir dünya görüşüne sahip.
Son kitabı “Türkiye kime kalacak?”ta, AK Parti iktidarının amacının Atatürk’ü tarihten silmek olduğunu söylüyor Ulagay.
Bunun için yeni bir hareketin çıkması gerektiği savunu ortaya koyarken, Atatürkçülere şu eleştirilerde bulunuyor:
- Atatürkçülük, değişime kapalı olduğu için 1930’larda donup kalmış ve günümüzün gerçeklerini kavrayamamış olan bir hareket. Onlara göre küreselleşme “emperyalizmin son oyunu” olduğu için buna karşı çıkmak ve bulaşmamak gerekir.
- Türkiye Cumhuriyeti, Batı’nın devlet ve toplum modeli esas alınarak kurulduğu halde, kendilerine “Atatürkçü” diyenlerin içine düştüğü kısırdöngüden Batı’yı sorumlu tuttukları görülüyor.
- Atatürkçülük, halkın çoğunluğunun “cahil” olduğuna ve ancak “aydınlanmış” kesim tarafından eğitilerek “adam edileceğine” inandığı için baştan beri seçkinci bir hareket olarak gelişti ve hep bir tehdit olarak gördüğü toplumsal katılımın hızla yaygınlaşmasını istemedi.
- Atatürkçü seçkinler, kendilerini “cahil halk”tan üstün gördükleri için ülkeyi yönetme hakkının kendilerinde olduğu inancıyla iktidarın doğal sahibi gibi davrandı ve demokratik sistemde iktidar olabilmek için halkın desteğini kazanmanın şart olduğunu bir türlü kavrayamadı.
Ulagay, Atatürkçüler’in bu hataları sonucu iktidara gelen AK Parti’nin bugün “Atatürk’ü tarihten silmek ve bitirmek” planı içinde olduğunu iddia ediyor.
Burada şöyle bir çelişki görüyorum.
Her şeyden önce Atatürk, bir Marx, Hegel, hatta Lenin gibi bir düşünce adamı değil. Bir asker.
Asker olarak Osmanlı’nın Batı karşısında adım adım erimesine ve sonunda çökmesine tanıklık etmiş ve ayakta kalma çaresi olarak Batı gibi olmayı çözüm görmüş biri.
Bu fikir de kendisine ait değil, Osmanlı döneminde başlayan İttihatçılar döneminde zirve yapan bir anlayışın devamı.
Batılılaşmak ise sadece Batı gibi savaşmaktan ibaret değil. Orduyu modernleştirirken kıyafetten başlayan padişahlar gibi, toplumun giysisinden yazısına, ibadetine kadar onu özgün yapan her şeyini değiştirmeyi kapsıyor.
Atatürkçüler, Ulagay’ın bugün dogma dediği fikirleri bizzat Atatürk’ten aldıkları için topluma ters düşüyor.
Bu açıdan bakıldığında, gerçekleştirdiği onca reforma, Türkiye’nin var oluşuna yaptığı katkıya rağmen Atatürk’ü siyasi iktidar değil, değişen toplumsal yapı, (siliyor demeyelim de), aşıyor, geride bırakıyor.
Küreselleşen, giderek bireyin talebine dayanan, bilginin her araçla edinildiği bir dünyada toplumu yukarıdan aşağı ordu gibi dizayn etmek fikri demode kalıyor.
Yaşasa, Mustafa Kemal’i de mutlu edebilecek bir gelişme yaşanıyor ve Türkiye askeri düzenden toplumsal düzene geçiyor açıkçası.
Mesela Ulagay Dersim tartışmasını “Atatürk’ü bitirme planı” çerçevesinde ele alıyor ama Dersim’de mağaralarda gazlanarak ölen insanların haklarının hiç olarak tarih önünde teslim edilmesi gerektiğine değinmiyor.
Demokrasinin böyle bir cilvesi var. Tarih, bilim, düşünce üzerindeki yasakları belli oranda kaldırıyor, bu da bazı anlayışların tartışmaya açılması sonucunu doğuruyor. Olan bu...
Sabah ve 28 Şubat
Gülay Göktürk önceki akşam Bugün Televizyonu’nda 28 Şubat döneminde muhalif tavır alan gazetecilerin isimlerini şöyle bir sıraladı.
Orada “Atakürt” yazısı nedeniyle Milliyet’teki işine son verilen (Hani onlar askere direnmişti) Ahmet Altan, Cengiz Çandar’a kadar uzanan bir yelpazede Sabah Grubu yazarı vardı.
Sabah ve Dinç Bilgin, üzerlerindeki onca baskıya rağmen demokratik kalemlerin sığınağı görevini iyi kötü görebilmişti.
İşin garibi, Doğan Grubu’nun o toplantılarda kaç yazarla temsil edildiğinin hatırlanmamasıydı bile çünkü en fazla bir isim vardı herhalde.
Yıllardır sahte bir demokratlığın ününü yiyorlar. Onlara kimse baskı yapmadı çünkü tam kadro aynı kafadaydı.