İlker Paşa öyle diyor: “Atatürk’ü sevmek ibadettir...”
Tutukluluğunun bilmem kaçıncı ayında, ihtimal ki 10 Kasım vesilesiyle sarf ettiği bu sözle, birdenbire entelektüel tartışma gündemine oturuverdi.
Bu önerme doğrultusunda “sevmemek” ne oluyor?
Dinden çıkmak gibi bir şey herhalde...
Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmek, kimileri açısından bir zorunluluk, bir görev, bir prensip olabilir, böyle seven çok sayıda insan var ama bir faniyi sevmek niçin “ibadet” olsun?
Bu cümleden olarak Anıtkabir’e “Kabe”, Nutuk’a da “kutsal kitap” muamelesi yapmamız mı gerekecek? Bu mudur yani?
İlker Paşa, her bakımdan ilginç bir kişilik...
Daha doğrusu, ilginç ve benzeri olmayan bir asker...
Refiklerinden farklı olarak, okuyor, yazıyor, tefekkür ediyor, anlamaya çalışıyor...
Genelkurmay Başkanlığı döneminde düzenlediği basın toplantılarını hatırlıyorum; bol bol “kavram” kullanır, bol bol “siyaset bilimci” ismi zikrederdi. Weber’den, Habermas’tan söz eden ilk asker, İlker Başbuğ Paşa’ydı belki de... Weber’in devlet tanımlamalarından söz ederken, gözleri parlardı adeta ve anlardık ki, Paşa, “otoriter devleti” kendisine (meşrebine) çok yakın buluyor.
Bize Habermas’tan, şurdan burdan haberler veren Paşa, “tefekkürünün” sonucu olarak bir de kitap yazdı; bize (biz gafillere) bilmediğimiz, tanımadığımız, muhtemelen nüfuz edemeyeceğimiz Atatürk’ü anlattı.
Peki, İlker Bağbuğ’un Atatürk’ü nasıl bir Atatürk?
Sıkılmayacağınızı bilsem anlatırdım...
Kitabı okumaya çalıştım... Epeyce de okudum, sonra “okunmayacak, okunması düşünülmeyecek kitaplar” rafına kaldırdım...
Başbuğ, daha önce bize anlatılanlardan farklı bir Atatürk portresi çizmiyor; askeri deha, büyük siyaset adamı, eşsiz devrimci, yedi düvele karşı savaşan kahraman, bugünlerimizin yaratıcısı filan da, yeni ne söylüyor?
Hiçbir şey söylemiyor...
Bir “biyografi denemesi” de sayılmaz...
Biyografi niyetine okuduğunuzda da, elinize fazla bir şey geçmiyor...
Daha önce yüzlerce, binlerce kez anlatılmış “hususiyetler” ve kişilik bilgileri kitapta geçit resmi yapıyor...
Tabii, yine de Sayın Başbuğ’un “merakını”, ortaya bir eser koyma çabasını anlıyoruz ve kutluyoruz...
Hiç değilse, kendi prizmasından görünen Atatürk’ü yazmış, ideallerini dercetmiş...
Kitabı okuduğunuzda anlıyorsunuz ki, Kemalizm sadece bir “müdahaleci izm” olarak algılanıyor ve değer ifade ediyor.
Başkaları ne düşünür bilmem ama İlker Başbuğ’un kavrayışındaki Kemalizm’in Atatürk’le yahut “Atatürkçülükle” (yani, akıl ve bilim yoluyla) bir alakası yok.
Kendi dönemi ve bağlamı içinde bir değer ifade eden ve metazori metotlarla da olsa toplumu değiştiren, dönüştüren, ileriye taşıyan, hatta modernleştiren Kemalizm, İlker Başbuğ gibi müntesipler eliyle bugün toplumda var olan en “tutucu” ideolojiye dönüştürülmüş durumda...
İşin “Kemalizm” boyutu böyle...
Bir de “insan Mustafa Kemal” boyutu var ki, şahsen bu hususu İlker Paşa’yla tartışmayı çok isterim...
Hayırlısıyla cezaevinden çıksın (zorlama bir iddiayla tutuklu bulunduğunu düşünüyorum ve “terör örgütü lideri” yakıştırmasını çok ağır buluyorum), özgürlüğüne kavuşsun, bu meseleleri enine boyuna konuşalım ve “Atatürk’ü sevmek ya da sevmemek” dilemmasını niçin bir an önce hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini masaya yatıralım.