Atatürk’ü anma programlarına önem veriyoruz. Ancak 10 Kasım törenlerinde hiç değişiklik olmuş mudur?
İçişleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri Refik Saydam; 15 Kasım 1938 tarihinde; yani Atatürk’ün ölümünün üzerinden beş gün geçtikten sonra; bütün valilere ve CHP il başkanlıklarına ilettiği genelgesinde; Ankara’daki tören için “intizam ve ihtimam”a önem verilmesini istiyor ve İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen cenaze töreninin ayrıntılarına yer veriyordu.
TÖREN PROGRAMI
Buna göre; tören öğleden sonra ikide başlayacaktı. “Halk, tam saat on dörtte heykel ve büst olan yerlerde, bunların etrafında; olmayan yerlerde Cumhuriyet meydanlarında toplanmış bulunacaktı.” “Heykel ve büst bulunmayan meydanlarda, güzel ve büyük bir kürsü üzerine Atatürk’ün iyi bir fotoğrafı konacaktı.” “Kürsü, Türk ve parti bayrağı ile örtülecek, hiçbir siyah işaret bulundurulmayacaktı.”
“Toplanma işi, güdümlü ve intizamlı olmalı”ydı. “Bu maksatla; alâkadar ve salâhiyetli teşekküller mümessillerinden bir komisyon toplanarak, toplanma yeri tetkik edilmeli ve toplanma şetlini gösterir birer kroki yapılarak, toplanmayı idare edecek kâfi miktarda memur tâyin olunmalı ve bunlara vazifeleri öğretilmeli”ydi. Ayrıca, “parti mensuplarının bu işte ödevlendirilmesi esastı.”
“Atatürk’ün büyük eserini emanet ettiği Türk gençliğine ve talebelere toplanma meydanında ön safta yer verilmeli”ydi.
NUTUKLAR
Tören böylece açıldıktan hemen sonra; her yerde sadece “üç nutuk” söylenecekti. “Bunları; parti mümessili belediyeden biri; belediye olmayan yerlerde köy ihtiyar heyetlerinden biri ve halktan bir genç söyleyecekti.” Fakat nutukların önceden “mahalli parti örgütünün” onayından geçmesi gerekiyordu. “Bu nutuklarda; “Atatürk’ün eserleri; memlekete ve millete yaptığı büyük hizmetler; hayatı ve onun aramızdan ayrılmasıyla duyulan yas ve elem tebrüz ettirilecekti.” Ayrıca, Atatürk’ün kendi nutuklarından olan onuncu yıl nutku ile gençliğe hitabesinden parçalar; nihayet “vecizelerden seçilmiş bazı kısımlar” okunacaktı.
“Nutuklar, milletin Atatürk’e saygı ve sevgisini ebedî olarak onun manevî varlığı ve hatırası etrafında toplanacağını bu topluluktan en büyük millî vahdet ve kudreti alacağını; eserine bağının bu birliktelikte ebedileşeceğini söyleyerek ve nihayetinde Atatürk’ün eserlerine ve yaptığı inkılâplara daima artan bir inanla bağlı kalıp, onları ileri götüreceklerine ant içerek bitecektir.”
SAYGI DURUŞU
Saygı duruşu da ihmal edilmemişti; saat tam dörtte üç dakikalık “sükût ve ihtiram vakfesi yapılacaktı.” Bunun için törenin bu saate kadar tamamlanması gerekiyordu. Saygı duruşundan hemen sonra -CHP’nin altı okunu simgeleyecek şekilde olduğu anlaşılan- altı meşale ateşlenecek ve “Atatürk’ün heykeli, büstü veyahut resmi önünden ihtiram geçidi başlayacaktı.” Bu geçidin son ermesiyle birlikte tören de son bulacaktı. Ancak “toplanma meydanına gelirken arzu edenler, heykel, büst veya fotoğrafları önüne çelenk buket veya yeşillik” koyabileceklerdi.
HALKEVLERİ’NDE VE PARTİDE YAS
Halkevleri, 22 Kasım’a kadar kapalı kalacak ve bina içinde hiçbir faaliyette bulunulmayacaktı. Yine Saydam, hemen ertesi gün, 16 Kasım’da, yine valiliklerle CHP il başkanlıklarına ilettiği genelgesinde; 21 Kasım’da sabah saat on birde Halkevlerinde özel bir tören yapılacağını belirtiyordu. Buna göre; tören istiklâl marşı ile açılacak, büyük önderin hayatı hakkında bir söylevden sonra; gençliğe hitabı okunacak”tı. Törenin sonunda üç dakikalık saygı duruşu da vardı.
Halkevleri, daha sonra saat ikide başlayacak olan törene katılacaklardı. Bu törende Halkevi üyelerinden bir kişi konuşma yapacaktı. 22 Kasım’dan itibaren de Halkevleri olağan faaliyet programına yeniden başlayacaktı.
Ancak, 10 Kasım’dan itibaren bir ay boyunca, Halkevlerinde balo, ziyafet, çaylı dans gibi toplantılar yapılmayacaktı. “Parti ve Halkevi mensupları, bu müddet içinde suvare ve akşam yemeklerine icabet etmeyecekleri gibi, kendileri de vermeyeceklerdi.” Yas programı belirginlik kazanmıştı bile…
TIPKI İLK GÜNKÜ GİBİ…
Doğrusunu söylemek gerekirse; bu programı okuyunca; aklıma ilk gelen; günümüze kadar bundan sonraki bütün 10 Kasım törenlerinin neredeyse birbirinin aynısı olduğuydu. Sadece bu kadar da değil… Törenlerin içeriği ve şekli de, adeta bu programın basit bir tekrarından öteye de geçebilmiş değildi. Resmî tören sıkıcılığının da kökleri belki bu zihniyette yatıyordu. Bir önceki töreni kopyalama yöntemi; böylece ‘yanlış bir iş’ yapmaktan kurtulma imkânı; aradan geçen neredeyse seksen yıl boyunca hiç değişmeksizin sürmüş hâlde… Tören programında yapılabilecek en küçük bir değişiklik ise; günümüzde olduğu gibi; Cumhuriyete ihanet olarak damgalanmaya neden olabiliyor!
Formül basit aslında; geçen seneki törenin dosyasını bul; kopyala ve yeni dosyaya yapıştır. Böylece bu seneki töreni de hayırlısıyla atlat… Başımıza da bir iş çıkarma… Yeter ki, eski dosyalar elimizin altında bulunsun; kaybolmasın… Kaybolursa fena; çünkü, eski töreni hatırlayanı bulmak da kolay olmayacaktır!
Bu arada; resmî tören programlarının zaman içindeki gelişimini ve değişimini araştırmak da ilginç olurdu doğrusu… Bu tür araştırmaların şimdiye kadar pek de ilgi çekmemiş olmasının kendisini ilginç bulmamak mümkün değil açıkçası… Oysa resmî törenlerin biçimlenmesinin tarihi de, siyasî zihniyetin açıklığa kavuşması açısından üzerinde durmayı gerektirir(di).
Bandoya gelince…
“Bando mevcut olan ve Şopen [Chopin] ile Bethofen [Beethoven]’in matem havalarını çalabilecek vaziyette bulunan yerlerde, istiklâl marşısından sonra törene bu havalarla başla”nacaktı. “Bando bulunur ve bu havaları çalmak imkânı olmazsa; tören istiklâl marşı ile başlar; bando olmayan yerlerde dahi istiklal marşı ağızdan söylenilerek tören açılır ve artık bundan sonra hiçbir şey çalınamaz”dı.