Kılıç Ali'nin anılarına dönelim gene:
"İsmet Paşa beni de Salih'i de pek sevmezdi. Atatürk'e bağlılığımızı ve yakınlığımızı çekemiyordu. Eline fırsat geçti mi bizi Atatürk'e çekiştirirdi, Ama Atatürk bunlara aldırmaz, yalnız kaldığımızda gülerek anlatırdı: 'Sev seni seveni hak ile yeksan olsa / Sevme seni sevmeyeni Mısır'a sultan olsa' dememişler boşuna. Doğrusu bizim de İsmet Paşa'ya bir düşmanlığımız yoktu ama pek sevdiğimizi de söyleyemem.
Salih'e 'Aman ha!' dedim. 'Atatürk merhametli insandır, sabaha öfkesi falan geçer sen işi sıkı tut. İsmet Paşa bu akşam çizgiyi iyice aştı. Biraz aklının başına gelmesi gerek.'
Salih de merak etme gibilerinden bir kaç söz söyledi sonra da odalarımıza çekildik. Tam başımı yastığa koyacaktım ki koridorda ayak sesleri duydum. Ayak sesleri benim kapımın önünde durdu. Alçak sesle konuşan biri Salih'in oda kapısını açarak 'Burası odası efendim' dedi. Biraz sonra, incecik duvardan İsmet Paşa'nın sesi geldi; ben de aynen söylediklerini not defterime yazdım:
'Salih Beyefendi, benim Gazi'ye hangi duygularla bağlı olduğumu herhalde çok iyi bilirsiniz. Bugün İsmet Paşa olarak neyim varsa, ona borçluyum. Eğer Gazi olmasaydı İsmet Paşa olmazdı... Gazi'nin hakkı var, sinirlerim iyice bozulmuş... Kendimden beklemediğim şeyler yapıyorum. Bu akşam bana başbakanlıktan çekildiğimi söyledi. Beni başbakan yapan Gazi, çekil diyen de gene o. Emrine karşı boynum kıldan incedir. Başbakanlıktan çekilmeye hazırım; ancak o beni kovmuş olmasın. Ben Gazi'yi bunca seven millete karşı çok ama çok itibarsız olurum. Beni ne olur milletin öfkesine terk etmesin. Emrettiler, başımla beraber, başbakanlıktan hemen uzaklaşayım... Salih Beyefendi, Gazi'nin kıramayacağı tek insansınız.. Gidip bu duygularımı kendisine anlatsanız. Bana iki hafta süre versinler, bir doktor raporu alıp yorgunluk mazeretiyle çekileyim...'
"Sessizlik oldu; belli ki Salih düşünüyordu. Sonra İsmet Paşa'yla birlikten odadan çıktılar, saat tuttum tam 45 dakika sonra Salih'in ayak seslerini duydum, hemen koridora fırladım ve ne olduğunu sordum.
Salih bana 'Gazi'nin yanına girmek istemedi. Olanları bana sonra anlatırsınız deyip gitti. Ben çaresiz Gazi'yi uyandırıp olanları anlattım. Her şeyin bir tür yoluna girmesinden memnun oldu. Cigara yaktı.. Birine meydan okudu mu söylediği sözü söyledi gene: 'Hadi de ya!! Sofrada poz üstüne poz atıyordu. Neden amana düştü bakalım?! Pekala, bunları kendisi bana söylemiş gibi kabul ettim. Yalnız sofrada yalnız değildik. Yarın akşam sana bu söylediklerini herkesin içinde uygun bir biçimde tekrarlarsa, olanları unuturum...'
"Her şey Gazi'nin istediği gibi oldu. İsmet Paşa sofrada geçmişten söz etti ve 'her şeyimi sana borçluyum' diyerek sözlerini bitirdi. Ancak sofrada bulunanlar İsmet Paşa'nın bu sözlerini büyük bir başarıyla oynanmış siyasi bir oyun olarak aldı..."
Zaten hastalığının son dönemlerinde, çıktığı yurt gezisinden sonra İsmet Paşa'yı görevden alacak ve yerine Celal Bayar'ı atayacaktı. Atatürk'ten bilinen ve çokça eleştirilen birçok şeyin sorumlusu İsmet Paşa'ydı. Zaten millet de bunu biliyordu ve 1950'de yapılan ilk hilesiz hurdasız seçimde oylarıyla onu muhalefete düşürdü.. Bu dört bölümlük yazı dizisinin amacı, Atatürk'ü kimi zaman bilgisizce ve de acımasızca eleştirenlere bir yanıt vermekti. Yapılan yanlışların, ülkenin geri kalmışlık zincirini kıramamasının sorumlusu aranacaksa eğer, o kişi Atatürk değil İsmet Paşa'dır! Çünkü uzun yıllar başbakanlık yapmış, dahası 1938-1950 yılları arasında ülkeyi demir yumrukla yönetmişti. Atatürk'ün suçuysa (?) onu ta 1937'ye kadar görevde tutmasıdır. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu: 'Politikada 45 Yıl' )