Bu sütunun meskunu hatırlayacaktır, "cahil/alim" kavramlarının mutlak manada ne anlatmaya çalıştığını yazmıştım.
Cahil; bir ormanda başlangıç noktasına geri dönebilmek için ilerlediği güzergaha işaretler koyarak ilerlemesini bilmeyendir.
Alim/bilen; hat/çizgi oluşturan alametlere göre yol alandır.
Bu yüzden Resulullah, lakabı Ebul Hikme (hikmet babası) olmasına rağmen Ebu Cehil diyerek azılı İslam düşmanını mimlemiştir.
Şimdi...
Kavramları yerinde kullanmamak bir dile ve dolayısıyla topluma yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir.
Bu kötülük, emekçi bir kabzımalın eline su dahi dökemeyecek ölçekte sıfatında meymenet izleri bulunmayan bir futbol yorumcusu tarafından gerçekleştirildi.
Anlaşılan böğürmeyi yorumculuk zanneden bu şahıs yeni bir meslek edinmeye karar verip, filozofluğa soyunmuş ve "Atatürk'ü sevmeyen cahildir." gibi bir aforizma yumurtlayıvermiş.
Bu cümlede "sevmek" ve "cahil" kavramlarını birbirine dayanak yapan ünlü filozofumuz (!) bu dayanağın anlam açısından uyumsuzluk barındırdığını anlayamamış.
Dönmek zorunda olduğu orman yolcuğuna işaretler koyamamış.
"Sevmek" soyut bir kavramdır; bireylerin kişisel tercihlerine veya duygusal bağlarına göre şekillenen, oldukça öznel bir hissiyattır.
Buna karşılık "cahil" ise bilgi eksikliğini tanımlayan, nesnel bir kavramdır.
Bu bağlamda, bilgi eksikliği olan birini tanımlarken somut bir ölçüt vardır: Bilgiye sahip olmak veya olmamak.
Ancak "sevmek" için böyle bir somut ölçüt belirlemek imkansızdır; kişinin Atatürk'e duyduğu duygusal bağ kişisel bir tercihtir ve bilgi düzeyine dayandırılamaz.
Ünlü filozofa özenip biz de şöyle bir söz söylesek doğru olur mu sizce: "Atatürk'ü seven âlimdir."
Âlim olabilmek, bilgi sahibi olabilmek bu kadar kolay mı?
Peki, neden bu tür çelişkili söylemler oluşturuluyor?
Bunun temel sebeplerinden biri, soyut ve somut kavramların çoğu zaman yeterince ayırt edilememesidir. Ünlü filozofumuz gibi.
Toplum içinde belirli bir değer veya kişiye yönelik duygular, belirli bilgi veya değer eksikliğiyle eşleştirildiğinde, karşı taraf üzerinde baskı kurma aracı olarak kullanılabilir. Laikuslar gibi.
Ancak bu durum, kişilerin özgür iradelerine ve düşünce özgürlüğüne yapılmış açık bir saygısızlıktır.
"Atatürk'ü sevmeyen cahildir!" ifadesinde de görüldüğü gibi, bir kişiye duyulan sevgi ya da saygının, bilgi eksikliğine dayandırılması, duygusal bir tepkiyi rasyonel bir zemine oturtamama sonucunu doğurur. Bu da katmerli cahildir. İcbar yöntemiyle rehabilitasyona tabi tutmak gerekir.
İhsan Fazlıoğlu Hoca cahili şöyle açıklar:
Cehalet üçe ayrılır: 1. 'Cehl-i basît': Bilmeyen; ama bilmediğini bilen. 2. 'Cehl-i mürekkeb': Bilmeyen; ama bilmediğini de bilmeyen. 3. 'Cehl-i mik'ab': Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama en doğru bildiğini iddia eden. Yani katmerli câhil.
Atatürk'ü sevme işinde ipin ucunu kaçıran laikuslar işte böylesine absürtlüklere yol açabiliyorlar.
Laikuslarda Atatürk sevgisi o kadar ölçüsüz ki mantık ve akıl kurallarını alt üst ediyorlar. Adeta bir çeşit "Atatürk Zehirlenmesi!" yaşıyorlar.
Başta ünlü filozofumuz olmak üzere hangi birine sorsak, Atatürk'ün fikri ve zihni dertlerini bilemeyeceklerdir.
Kavramsal uyum, bir düşüncenin kendi içinde tutarlı ve mantıklı bir yapıya sahip olmasını sağlar.
"Sevmek" gibi kişisel bir duygunun "bilgi" gibi objektif bir değerle eşleştirilmesi, soyut düşüncelerin mantıksal olarak nesnelleştirilmesi çabasına girer.
Ancak, insan duyguları bu tür kesinliklere veya bilgi temelli değerlendirilmelere dayanmaz.
Laikusları bu bilimsel verilerin dışında davranmaya iten şey ise "Atatürk Zehirlenmesi"dir.
Bu öyle bir zehirlenmedir ki "Ya benimsin ya kara toprağın" gibi hastalıklı bireylerin ortaya çıkmasına ve kendinden olmayan herkese yaşam hakkı tanımamaya kadar gidebilir.
O yüzden başta ünlü filozofumuz olmak üzere bütün laikusları "Atatürk Zehirlenmesi"ne karşı tedavi olmaya davet ediyoruz.