Atatürk’ün yırttığı Sevr antlaşması, Tayyip’in (bu ifade bana ait değil) geri verdiği de, demokratikleşme pakati marifetiyle, Atatürk’ün yırttığı Sevr’in koşulları.
Bu başlıklı bir yazı, bir analiz (!) yazısı 14 Ekim günü Sözcü Gazetesi’nde gözüme çarptı, yazı baştan sona bir deli saçması, aşağıda örneklerini vereceğim ama beni bu yazıyı yazmaya iten neden bu deli saçmaları değil, başka şeyler, onlardan da bahsedeceğim.
Bu derinlikli analiz (!) yazısında son demokratikleşme paketi ile Sevr antlaşması arasında adeta bire bir bağlantı kuruluyor, deli saçmalığının başlangıcı burası, ama önemli değil.
Vatandaşların kendi dillerinde eğitim alabilme temel hakkını Sözcü Gazetesi Sevr’in hortlaması olarak algılamış, önemli değil, devam edelim.
Kendi vatandaşımız olan azınlıkların bir biçimde ve haksız olarak el konulmuş mallarının iadesi meselesini de Sözcü Gazetemiz Sevr Antlaşması’nın dönüşü olarak yorumluyor, deli saçması ama yine de önemli değil.
Sözcü Gazetemiz, Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde köylerin 1980’lere kadar (kendi ifadeleri) taşıdıkları isimlerin iadesini de yine Sevr’e özlem olarak yorumluyor; 80’ler ifadesinin 12 Eylül darbesi olduğunu Sözcü Gazetesi de bal gibi biliyor herhalde ama zaten muhtemelen temel misyon darbelerin getirdiklerini, mesela Anayasa’yı savunmak, değişim sürecine muhalefet (!) etmek.
Sözcü’müz andımızın kaldırılmasını da benzer bir çerçeveye oturtuyor.
Yazıda Ali Gülen-Frankfurt imzası var ama “Ama batı, Sevr Anlaşması’nı asla unutmadı. SÖZCÜ olarak iki konuyu bir araştıralım dedik ve bakın neler bulduk. İşte Türkiye’ye demokratikleşme adıyla dayatılan maddelerle Sevr’in benzerlikleri.” alıntısından benim anladığım yazının çerçevesine Sözcü Gazetesi kurum olarak da katılımış.
Bu yazının içeriğini önemsemediğimi yukarıda belirttim, deli saçması da olsa ifade özgürlüğünün (?) bir parçasıdır der, geçebiliriz.
Ama, Sözcü Gazetesi’nin kurumsal kimliğinin bu yazıyla özdeşleşmesinin çok önemli başka boyutları mevcut, işte çok önemli bulduğum konular:
Bu haftaki gazete tiraj raporlarına baktım, Sözcü Gazetesi Zaman, Posta ve Hürriyet gazetelerinin arkasından dördüncü büyük tiraja sahip gazete haline gelmiş, Allah daha fazlasını da nasip etsin, yaklaşık 350 bin satıyor, Hürriyet’in sadece otuz bin gerisinde.
Vahamet burada başlıyor, zira, bu yazılanlar aslında siyasi görüş falan pek değil, açıktan ırkçılık, ayırımcılık yapılıyor.
Ve böyle bir gazete, günde 350 bin satıyor ise, ortada durup düşünülmesi gereken bir mevzu var demektir.
350 bin vatandaşımız bu gazeteyi para verip alıyorsa ve söz konusu gazete demokratikleşme paketi ile Sevr arasında bağlantı kurup müslüman olmayan vatandaşlarımızın büyük haksızlık yapılarak el konulmuş gayrimenkullerinin iadesini eleştiriyor ise, üstelik bu gazetenin yazarlarının çok büyük bölümü her gün laiklik kavramını dillerinden düşürmüyor ise ortada gerçekten ciddi bir mesele var demektir.
Gazetenin yazarları Türkiye’nin çok iyi tanıdığı, çok okunan yazarlar.
Bekin Coşkun, Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Necati Doğru, Rahmi Turan, Saygı Öztürk, Yekta Güngör Özden gibi.
Şayet bu isimler bir zamanlar büyük haksızlık yapılarak el konulmuş ve müslüman olmayan vatandaşlarımıza ait taşınmazların bugün, çok geç de olsa, yetersiz de olsa, iadesi ile Sevr arasında bir bağ kuruyorlar ise, bu işlemin Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi(!) ile uyuşmadığını iddia ediyorlar ise durumumuz gerçekten çok vahim olabilir.
Üstelik bu yazarlardan Yekta Güngör Özden bir zamanlar Anayasa Mahkemesi Başkanlığı gibi bir hukukçunun gelebileceği en önemli göreve kadar yükselebilmiş ise.
İfade özgürlüğü ifade özgürlüğüdür ama saçmalamak da saçmalamaktır doğrusu.