Hasan Karakaya'nın söylemiyle bu "kazurat takımını" sütuna taşımak zul geliyor; insanın bunlar için okkalı sövgüleri namluya süresi geliyor ama yine de insan kalan tarafları vardır umuduyla ağırlayalım bakalım.
Hüsnü zan ile yaklaşayım yani.
Dünyada büyük olaylar olup biterken, her gün kan ve gözyaşı akarken, kundaktaki çocuklar zalimce katledilirken kendini "hayvansever" olarak niteleyen bir güruh sanki başka problemimiz yokmuş gibi köpeklerin peşine takılıp ortalığı velveleye veriyorlar.
Asıl olan insandır...
Öncelenmesi gereken insandır...
Sorunları çözülmesi gereken insandır...
Onun haricindeki hiçbir şey insanın önüne konulamaz...
Hele ki insanın canı tehlikede ise hiç konulamaz.
Ama gel gör ki insana yönelik üretim yapan, sorsanız kalbi insan sevgisi ile dolup taşan ve kendisine "sanatçı", "yazar", "aydın" diyen 130 tane insancık, insana zarar veren, zarar vermekle kalmayıp en kutsal hak olan yaşam hakkını elinden alan, insanın yaşam alanını tehdit eden köpekler için imza toplayıp TBMM'ye sunuyorlar.
Bu tayfa batıyı ve batılılığı en yüksek mertebe sayan, batının en sadık kardeşleri değil mi?
Mesele bugün sırf bir hayvan hakkı ya da hayvanseverlik meselesi değil. İşin içinde başka şeyler de var. Hayvanseverlik insani bir duygu ama bugün salt bir hayvan hamiliği yapma derdinde değil batının sadık kardeşleri.
Fıtri duygularla hayvanları seven, koruyan ve kollayan masum insanların yanında; hedefleri hinlik!
Amaç her zamanki gibi aşikâr; iktidar Müslüman ya gerisi önemli değil.
Batılıların canlı maymun beyni ya da tavada canlı kızartılmış balık yeme zevklerini izleseniz mideniz ağzınıza gelir insanlığınızdan utanırsınız.
Derisi için kafalarına vurularak öldürülen yavru fokları, canlı canlı yüzülen kürk hayvanlarını izlemeyeniniz var mı?
Boğa güreşlerini herkes bilir. Zavallı hayvan, sırtında zıpkınların açtığı yaralarla kan kaybederek, dili dışarıda ölür. İzleyenler de bundan sadistçe zevk alırlar.
Boğaların kafalarına tutuşturulan gaz tüpleri yakılıp hayvanın üzerine ateş fışkırtılır ve hayvancağız adeta deliye dönerek oraya buraya saldırır ve bir süre sonra ölür, eti de arenaya çıkma kahramanlığı gösterenler arasında paylaşılır!
"Kardeşime Dokunma" başlığıyla yayınlanan bildiriye imza atanlara şunu söylemek isterim:
Mesela mikroplar ve bakteriler bile hayvan değil midir? Kimse çıkıp neden mikropları ya da zararlı bakterileri öldürmeyelim demiyor?
Yaz aylarında özellikle sivri sinekleri neden öldürüyorsunuz?
Madem onlar sizin kardeşiniz, kardeşlerinizin sokakta ne işi var?
Kardeşin yeri kardeşinin yanıdır.
Siz sadık kardeşler olarak batının yanında yer alıyorsunuz da kardeşlerinizin niçin sokaklarda kalmasına izin veriyorsunuz?
Alın kardeşlerinizi yanınıza, evinize...
Paylaşın onlarla imkanlarınızı...
İşte o zaman açıklama yapmanıza gerek bile kalmaz.
Hem insanlar hem de kardeşleriniz emniyette olur.
Sahip çıkmıyorlar kardeşlerine...
Onlara sokakları layık görüyorlar.
Onları açlığa terk ediyorlar.
Oysaki sorunun çözümü çok basit:
Kendini hayvansever olarak niteleyen milyonlarca insan var ülkemizde. Her biri bir kardeşini yanına alsa sorun çözülecek aslında.
Ama bağcının derdi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca hayvanseverlere sıcacık evler, kardeşlerinin payına ise sokaklar düşüyor.
Oysa yoluna can verdikleri Mustafa Kemal de bu konuda bugünkü iktidardan farklı davranmamış. Bunlar atalarının ne yaptığından da bihaberler...
Resmî Gazete'de 13 Haziran 1932 tarihinde yayınlanan genelgeye göre Atatürk hükümetinin, "sahipsiz ve maskesiz dolaşan köpeklerin itlaf edilmesini" kararlaştırdığı görülüyor.
Madem atanızın izinde gitmeyi çok seviyorsunuz alın size iz...
Ülkemizdeki "itseverlik" artık çığırından çıkmış ve adeta "itperestliğe" dönüşmüş durumda.
Doğunun da doğusu Hindistan'ı neden örnek alıyorsunuz ki sadıklıktan ödün vermediğiniz batı varken!
Köpeklerden önce bu insanların rehabilite edilmesi gerekiyor aslında.
Asıl olan insandır...
Öncelenmesi gereken insandır...
Sorunları çözülmesi gereken insandır...
Onun haricindeki hiçbir şey insanın önüne konulamaz...