Osmanlıcaya çevirecek olursak cümle şu şekli alıyor:
“At değil deve değil.”
Görüldüğü üzere öyle aman aman bir
fark yok.
Birinde “at değil deve değil.” diyorsunuz; öbürü ise “at değil deve değil.” hâlini alıyor.
Bir örnek daha verelim ve diyelim ki “laf kıtlığında asma budamak”...
Bunu Osmanlıcaya çevirince “laf kıtlığında asma budamak” şekline giriyor ama bunu anlamak da o kadar zor değil.
Nitekim ilkinde “laf kıtlığında asma budamak” ve çevirip “laf kıtlığında asma budamak” demeniz arasında da, eğer biraz lisan duygusuna sâhib iseniz, dağlar kadar bir fark olduğunu iddia edemezsiniz.
Böyle daha bir dizi misâl kolayca herkesin aklına gelebilir:
“Laf ola beri gele!” veyâ “Akıl akıl, gel şurama takıl!” gibi...
Onun için ben mahviyyâne derim ki bu gibi akıllara ziyan meselelerle sütun doldurmak pek de akıl kârı olmasa gerek.
Kâğıt ve mürekkeb masrafına değmez.
Osmanlıcanın ancak ayrı bir ders olarak okutulursa öğrenilebileceğini ileri sürmek ise olsa olsa “cehlin ol mertebesi ancak tahsîl ile mümkindir.” faslına notedilebilir.
Hanımlar, Beyler... İngilizceden, Çinceden, Rusçadan filan bahbetmiyoruz; Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil değildir!
Eğer Farsça ve Arabca isim terkiblerinin nasıl yapıldıklarını öğrenirseniz, ki berâberce âzamî üç dakıyka sürer, ve bir de zamân içinde iki üç yüz Arabca Farsça kelime öğrendiniz mi Osmanlıcayı sökmüşsünüz demekdir.
Ha, eski harfleri de öğrenmek istiyorsanız, ilkokulu bitirdiğim yıl yaz tâtilinde Babam bana günde onar dakıykalık derslerle dört haftada öğretmişdi. Hergün kütübhânede Annemden gizli olarak çalışıyorduk. Niyetimiz Anneme sürpriz yapmakdı ve oldu da...
Babam, yeterince öğrendiğime kanaat getirdikden sonra bir sabah Annemi çağırdık.
Babam bana “Oğlum, oku bakayım şunu!” diye eski harflerle bir sayfa gösterdi.
Hiç unutmuyorum “Don Kişot”dan bir pasajdı. 19. Yy. sonlarında yapılmış ilk tercümesi.
Ben, biraz kekeleyerek de olsa okumaya başlayınca Annem hayretle “Ay Nihâl, inanmıyorum; sen bunu Yağmur’a ezberletmişsin.” deyiverdi.
Bunun üzerine kendisinin bir paragraf seçmesini söyledik. Ben bunu da “başarınca” sosyal pozisyonumda belirli bir yükselme olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İşte o gün bu gündür sosyal pozisyonum her geçen gün biraz daha yükselir.
Bakalım sonu nereye varacak?
Bağlamak gerekirse, okullarda Osmanlıca öğretilmesi fevkalâde yerinde bir düşüncedir. Şimdiye kadar, yanlış yorumlanmış bir modernizm anlayışı sonucu, müfredâta girmemiş olması hatâdır.
Birtakım hıyarların, eğer eski harfler öğretilirse bu gericilik olur, Atatürk İlkeleri bundan zarar görür şeklindeki muhâkeme tarzları kökünden sakatdır.
Şâyet böyle bir mantık geçerli olsaydı Avrupa’daki binlerce orta öğretim kurumunda Latince öğrenen milyonlarca Protestan gencin bile haldır huldur Katolik keşişi olmaya heves etmesi gerekirdi.
Oysa Latince, yanısıra Grekçe (Yunanca) ile birlikde Batı kültürünün yapıtaşlarından birini teşkîl eder. Tâ 18. Yy. sonlarına kadar tekmil Avrupa ülkelerinde bütün bilginler, her alandaki eserlerini Latince olarak kaleme alırlardı.
Nitekim bizde de bunun karşılığı Arabca idi.
Yâni bu iki lisan, bu iki büyük medeniyet âleminde, her ülkeden bilginin birbirini kolaylıkla anlayabilmesi için kullanılan bir ortak dil özelliğini taşıyordu.
Bu tür dillere, yine Latince, “lingua franca” denilir.
Demek ki Latince Garb Âlemi’nin, Arabca ise Şark Âlemi’nin lingua francası idi.
Bunun ilericilikle gericilikle; sağcılıkla solculukla bir alâkası yokdur ve olamaz!
1930’larda orta dereceli okullarımızdan Arabca ve Farsçayı kaldıran gerzekler ve bu fecî ve ölümcül hatâyı düzeltmek ferâsetini gösteremeyen ardılları, bizim 950 yıllık kültür geleneğimize en ağır darbelerden birini indirmişler ve bizleri, iki nesil içinde o yılların, artık dünyâda artık benzeri kalmamaya başlayan ilkel Afrika kabîleleri derekesine düşürmüşlerdir.
Gerçek mâzîmizi kendi ellerimizle boğup bir kör kuyuya atdığımız için de müteâkıben kendimize yok efendim Sümerlerden, Etilerden (Hitit demeyi bile becerememişler!) yok elinin körü kavminden yeni mâzîler îcâd etme maskaralığını irtikâb etmişler.
Yâni eğer öyle bağlantılar sâhiden var ise sen yine onlarla “bilimsel olarak” uğraş; uğraş ama ne bileyim bahçede hazîne arayacağım diye öndeki beş katlı evi yerle bir etmenin de âlemi yok; n’est-ce pas?
Bu yazıyı kesip bir yere koyun!
Bundan onbeş yirmi sene sonra okullarda Osmanlıca öğretilip öğretilmemesi meselesi tekrar gündeme gelince, ki gelir gelir, açıp tekrar okur ve istifâde edersiniz.