TUNUS/SARAYBOSNA
Bana şimdi soruyorlar, Türkmenler neden IŞİD karşısında geriledi, El-Kaide neden Türkmen cephesinin bir bölümüne bu kadar rahat saldırdı diye... MİT’in TIR’larına dönük operasyonlar başlamadan böyle bir durum var mıydı, hayır... O savcı yüzlerce jandarmayı da harekete geçirerek neden kalkıştı o işe, tam Başbakan Brüksel’e ben Cenevre’ye gitmeden az önce... Düşünün operasyonun arkasındaki mühendisliğin ana amacı var: Başbakanı Avrupa Birliği nezdinde beni de Suriye halkının meşru haklarını savunacağım Cenevre’deki masanın etrafında teröre destek veren insanlar yapmak. Bir gün önce, Mülteciler Yüksek Komiseri ile mülteci kamplarındayız, Türkiye büyük teşekkürler alıyor fakat TIR misillemesi hemen ardından geliyor. Ne için? Bizleri dünyada zor durumda bırakmak için... Bir insan kendi ülkesine böyle bir şey yapar mı? Sonra Türkmen kardeşim orada zor durumda kalıyor, kayıp veriyor. Bizlerin adını El-Kaide’nin yanına yazmaya çalışan o savcı aslında dolaylı olarak El-Kaide’ye çalışıyor. Dünya bizi tanıyor, böyle bir senaryoya, operasyona inanır mı? Biz baştan beri Suriye Ulusal Konseyi’nin yanındayız, dünyanın bildiği tek gerçek bu...”
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Tunus’tan Saraybosna’ya uçarken sohbet ediyoruz, Türkiye’de bu tür oyunları reva görenlere biraz öfkeli buluyorum onu...
Tunus’ta devrim ilk gerçekleştiğinde ve yapılan ilk demokratik seçim sonrası Tunus’a ilk giden devlet adamı... Şimdi de demokratik anayasanın kabulü ve geçici hükümetin kurulmasından sonra da ilk giden oluyor. Zaten Brüksel’den gece yarısı saatlerinde Tunus’a indiğinde karşısında yeni Dışişleri Bakanı Unci Hamdi’yi bulmasından bu ülkede yarattığı izlenim belli oluyor.
Bakan Hamdi’nin sohbetimizde söyledikleri önemli: “Türkiye yalnız son 10 yılda yarattığı ekonomik mucize ile değil, siyasette başardıkları ile önemli. İslam ile demokrasinin, geleneklere dönük hassasiyetler ile modernitenin bir arada yaşayabileceğini gösteren çok önemli bir örnek. Tunus Devrimi Türkiye’nin deneyimlerine ihtiyaç duyuyor ve ondan ilham alıyor.”
Türkiye’nin, Tunus için hazırladığı 100 milyon doları hibe olmak üzere 500 milyon dolarlık acil yardım paketi var, bunun 200 milyon dolarlık son dilimini geçici yönetim işbaşı yaptığı gün Tunus Merkez Bankası’na aktarıyor.
Davutoğlu bu noktada devreye giriyor: “Ben Tunus’ta hem Gannuşi hem de eski yönetimin ismi olarak tanınan Sipsi ile görüştüm. Nahda hükümeti bittiği gün o parayı geçtik. Hani biz sadece Müslüman Kardeşler zeminli politika yürütüyorduk? Böyle olsa neden 200 milyonu geçelim, beklerdik. Ama hayır. Biz bu coğrafyada halkların yanındayız, onların demokrasi içinde gelişmesini destekliyoruz, Tunus halkı aldığı kararlarla bunun yolunu açtı biz de yanlarındayız...”
Kibir ve saldırı
Davutoğlu’nun 17 Aralık Darbesi ile başlayan sürece yaklaşımı hayli ilginç:
“17 Aralık’ın arkasındaki gücün eski vesayet güçlerinden bir farkı yok. Bakın, Türkiye’deki geleneksel yapı siyasetçiye üç alanı yasaklamıştı. 1- Güvenlik ve istihbarat stratejileri, 2- Diplomasi. 3- Makro ekonomik dış ilişkiler. AK Parti döneminde bu üç alan siyasetin kontrolüne girdi, sivil-asker bürokrasi ile büyük iş çevrelerinin kontrolü sonlandı. Menderes yol yapabilir ama Kıbrıs politikasını çizemezdi, Demirel baraj yapabilir ekonomiye yön veremezdi. Özal bu yapıyı biraz zorladı ama yeterli sonuç alamadı, çünkü sistem yargı ile ordunun işbirliğinin siyasetin alanını daraltmasına dayanıyordu. 27 Mayıs, 28 Şubat önemli örneklerdir. AK Parti bunu kırdı ama bu kez, yargı ile polis teşkilatında yapılanmış bir güç, büyük bir kibirle o yapının yerini almaya kalktı... Siyasetten böyle bir saldırıya sessiz kalması istendi, bunu kabullenseydik, Türkiye farklı bir güç tarafından geçmişe taşınacak yargı-polis eksenli demokrasi dışı bir devlet haline gelecekti...”
Davutoğlu bu saldırıyı gerçekleştiren yapılanmanın arkasında “dünya güçleri” olduğunu söylemekle yetiniyor, ısrar edince “Wall Street Journal’in arkasında kim var ona bakmak lazım” diyor.
Saldırının perde arkasında ise, Türkiye’nin son dönemde büyük güç biriktirmesi ve “çözüm surecinin” dünyada yarattığı şaşkınlık var...
Davutoğlu’nun “off-the record” açıklamalarını tabii ki yazmıyorum ama Saraybosna’dan kafamdaki soru işaretlerinin hemen tamamını aydınlatarak döndüğümü söyleyebilirim...