Ben siyasetten pek anlamam, anlamamın da çok mümkün olmadığını düşünüyorum, siyasetten neden anlamadığımı, daha doğrusu siyasetten ne anladığımı aşağıda asker ve kürt meselesi üzerinden açıklamaya çalışacağım.
Herkesin siyasetten anladığını ben pek anlamıyorum, bu doğru, ben yaşanan olaylara, gelişmelere çok takılmıyorum.
Üzerine eğilmek istediğim yegane konu kurumsal, hukuksal yapılar, benim siyasetten anladığım bu kurumsal yapının dönüşümü.
Çok yakın geçmişte Türkiye çok ama çok önemli iki gelişme yaşadı, iyi ki de yaşadı, şehit edilen General Bahtiyar Aydın olayı bu gelişmelerin ne kadar hayırlı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Bu iki gelişme hiç kuşkusuz Balyoz ve Ergenekon davaları.
Bu davaların yani askeri darbe iddialarının çok ciddi bir biçimde gündeme geldiğinden beri dosyalar, kayıtlar, dava süreciyle ilgili pek bir şey yazmadım, yazmamamın da temel nedeni bir vatandaş olarak bilgi düzeyimin bu konularda yorum yapacak düzeyde olmaması idi.
Ama, çok sayıda, sivil-asker ilişkilerine ilişkin kurumsal yazı yazdım.
Bir yurttaş olarak beni daha ziyade ilgilendiren generallerin mahkumiyeti değil, Anayasa’nın, mesela 117. Maddesinin yani Genelkurmay’ın halen ve hala Başbakan’a dahi bağlı olmaması, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) denen o anti-demokrasi kurumun varlığı, vs.
Tamam, siyasi iktidar İç Hizmet Kanunu 35’i değiştirdi, çok düzgün bir tanım getirdi, MGK Genel Sekreterlik yasasını değiştirdi ama bunlar yeterli değil ve beni de bunlar ilgilendiriyor.
Gelelim kürt meselesine ya da çözüm sürecine.
Sürecin en önemli, en hayırlı yanı yaklaşık on bir aydır bölgede kimsenin çatışmalarda ölmemesi, sadece bu sonuç dahi sürecin haklılığının kanıtı, bu sayede mesela bin vatandaşımız, güvenlik güçlerinden ya da kürt gençlerinden, otuz sene sonra, 2040’da yaşıyor olacaklarsa, bu alkışlanmalı.
Ancak, bu sürecin de siyasi boyutuna pek aklım ermiyor.
Kandil ne yapıyor, İmralı ne demiş, BDP’de neler oluyor, MİT nasıl bir yol izliyor, bunlar önemli ama üzerinde yazmamız, başka arkadaşları tenzih ediyorum, bana çok zor geliyor zira elimizde yeterli enformasyon mevcut değil, köşe yazarı olarak da olması pek mümkün değil, üstelik bizlere ulaşan bilginin manipülatif boyutunu da bilemiyoruz.
Bu nedenle sürecin bu anlamda siyasi boyutuna girmek istemiyorum, yetkin bir biçimde girebileceğimi de, bilgi eksikliği ve yanlılığı nedenleriyle olanaklı görmüyorum.
Ama sürecin başka bir boyutu, kurumsal boyutu beni çok ilgilendiriyor ve bu boyutta bilgi eksikliği ya da enformasyon manipülasyonu ihtimali sıfır.
Kürt meselesinin kalıcı çözüm süreci benim için, her şeyden önce, Anayasa’nın 66. Maddesinin, yani her vatandaşın türk olduğunu dikte eden maddesinin tümüyle kaldırılmasıdır.
Bu madde, bu mantığıyla, bu milliyetçilik anlayışıyla orada kalmayı sürdürdüğü sürece, sürecin özü, şehit ve ölüm haberlerinin gelmemesi mucizesi dışında, havada kalmaktadır kanısındayım.
Sivil-asker ilişkilerinde demokratikleşme, mesafe alma demek darbeci generallerin mahkumiyeti kadar Anayasa’nın 117., 118. Maddelerinin, çift başlı yargının değiştirilmesidir.
Kürt meselesi barış sürecinin özü de her şeyden önce Anayasa’nın 66. Madde (herkes türktür) çirkinliğinden temizlenmesidir.
Türkiye 2023’e çok az bir süre kala bu sorunlardan KALICI olarak kurtulmalıdır, bu kalıcı kurtuluş da anti-vesayet ve hukuk devleti doğrultusunda radikal KURUMSAL dönüşümler gerektirmektedir.
Bu adımlar, anayasal, yasal adımlar bir nedenden atılamaz ya da çok gecikir ise çocuklarımızın yeniden askeri vesayet ya da yeni bir PKK ile birlikte yaşamaları imkansız değildir.