Başbakan Erdoğan’ın geçen Cumartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda bir grup gazeteciye yaptığı açıklamalar gündem oluşturmaya devam ediyor.
Öne çıkan hususlar: Fethullah Gülen’in Cumhurbaşkanı Gül’e ‘Başbakan da okusa iyi olur’ kaydıyla gönderdiği mektup ve Balyoz gibi davaların sanıklarına yeniden yargılanma imkânının tanınmasıyla ilgili irade beyanı.
Hemen belirteyim ki, iade-i muhakeme meselesi sadece Balyoz gibi davalar hususunda değil 28 Şubat hukuku denilen zulüm düzeninde görülen şaibeli davalar hususunda da gündeme geldi.
Başbakan, Yakup Köse’nin adını da zikrederek, bu davaların yeniden görülmesi için gerekli düzenlemelerin yapılacağını kesin olarak ifade etti.
28 Şubat darbecileri tahliye edilirken darbe mağdurlarının hâlâ tutuklu olması veya şu günlerde yeniden tutuklanması yenir yutulur şey değil ve hükümet de bunu yiyip yutmuyor, çok şükür.
Balyoz gibi davalarda kurunun yanında yaşın da yanması, aynı şekilde, yenir yutulur şey değil ve hükümet onu da yiyip yutmuyor.
Bununla beraber, yenir yutulur olmayan bir şey daha var: Sanki bu memlekette hiç askeri darbe olmamış, sanki yakın geçmişte bir sürü cunta yeni darbelere tevessül etmemiş, sanki Türk Silahlı Kuvvetleri düne kadar cuntaların cirit attığı bir kurum değilmiş, sanki cuntalarla paslaşan ‘silahsız kuvvetler’ hiç var olmamış, milli iradeye tuzaklar kuran derin devlet etrafındaki tartışmalar ve davalar baştan aşağıya mesnetsizmiş gibi bir havanın oluşturulması da yenir yutulur şey değil.
Polis ve yargıdaki bazı cemaat kadrolarının adaletinden ne kadar şüphe edersek edelim, milli iradenin canına okumayı meslek edinen askerî ve sivil cuntaların varlığından şüphe edemeyiz.
Davaların yeniden görülmesi süreci, darbeciliğin aklanması sürecine dönüştürülmemeli; bu yöndeki çabalar muhakkak boşa çıkarılmalı.
En önemlisi, askerî darbe tehdidinin kesinlikle ortadan kalkmadığı, hatta -maalesef Cemaat kadrolarının da önemli katkılarıyla- Batı’da iyice menfileşen Türkiye algısının da hizmet ettiği yeni uluslararası konjonktürün darbe heveslilerine gün doğurduğu gerçeği göz önünde tutularak, muhtemel darbe teşebbüslerine karşı tedbirlerin ivedilikle alınması lazım.
Her şeyden evvel polisiye tedbirlerden bahsediyorum.
Emniyet teşkilatındaki fetret dönemi bir an evvel sona erdirilmeli ve polis -gerekli teçhizat takviyesi de yapılarak- tam bir özgüven içinde demokratik hukuk devletini her kayıt ver şart altında koruyabilecek duruma getirilmeli.
Öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, kendisiyle doğrudan ilgili konularda bile olsa, açıklama yapmaması, bildiri yayınlamaması da sağlanmalı.
Genelkurmay, uzun zaman sonra yine açıklamalar yapmaya başladı; zararsız açıklamalar, ama yine de rahatsız edici; rahatsız edici, çünkü ordunun açıklama yapmayı yeniden alışkanlık haline getirmesi Yeni Türkiye’nin üzerine Eski Türkiye’nin gölgesini düşürür; konjonktür değiştikçe açıklamaların mahiyeti de değişebilir; kendimizi yeniden ‘muhtıra’ları konuşurken bulabiliriz.
Askerin kamuoyuna hitap etmesi kategorik olarak reddedilmeli.
Orduyla ilgili açıklama yapılacaksa, Başbakan veya savunma bakanı yapmalı.
Bu, katı bir kural haline getirilmeli.
Kuralı çiğneyen -isterse iyilik ve güzellik temennisinde bulunmuş olsun- derhal hesaba çekilmeli.
Bir şey daha: Zırhlı birlikler başkentten çıkarılmalı.
Türkiye istediği kadar Yeni Türkiye olsun, Eski Türkiye’nin bazı güçleri milli iradeye karşı potansiyel tehdit oluşturmaya devam ediyorlar.
Belki kendileri bunu henüz bilmiyorlar; belki milli iradeye savaş açmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar; ama öyle bir gün gelir, öyle şartlar oluşur ki, birileri onların kulaklarına üç-beş sihirli kelime fısıldar ve bütün atmosfer değişir...
Müteyakkız olmalıyız.