I. Dünya Savaşı’nın üzerinden bir asır geçmesine rağmen, bölgemizde ‘tarihsel ve siyasal deja vu’ hâlini aşacak yeni bir dönemin sayfası açılamıyor. Ülkemiz dâhil, bölgedeki bütün ülke ve aktörlerin bugün yaşadıklarını, geçmişten oldukça somut, hatta bire bir benzerlikler gösteren hadiselere referanslar vererek açıklamak oldukça kolay ve mümkün. Bu elbette, bölgemizdeki istikrarlı süreklilikten değil, aksine asırlık kaosun deja vu oluşturacak düzeyde kendisini tekrar etmesinden veya yeniden üretebilmesinden kaynaklanıyor.
Öylesine güçlü bir fasit daire oluşmuş ki, bazen aktörler ve olaylar bile, bir asır öncesinden dondurulup bir-iki yıl önce yeniden tarihin sahnesine sürülmüş gibiler. Etnik-mezhepçi fay hatları ve aktörleri, kurumsallaşamayan devletler, bölge dışından müdahil olan unsurlar ısrarla bizleri siyasal ve tarihsel eşzamanlama krizi içerisinde tutuyor. Adeta Schumpeter’in kapitalizm için dile getirdiği ‘yaratıcı tahripkârlık’, bölgesel düzeni korumak adına her değişim dalgası karşısına ‘yeni bir tahripkârlık’ olarak çıkıp, ‘eski düzenin’ ömrünü uzatmaktan geri durmuyor.
I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan düzenin geçmiş asır boyunca 1948’de, 1973’de, 1979’da, 1991’de ve son olarak 2012 sonunda Suriye’de güncelleme yapma girişimleri ‘yaratıcı tahripkârlık’ üretmenin ötesine geçemedi. Ortaya çıkan maliyete bakıldığında, tarihsel bir ilerlemenin bile söz konusu olmadığı görülüyor. Aksine 1914-16 sonrası dağınıklığa biraz daha yakınsama yaşandığı, 20. yüzyıl boyunca oluşan totaliter yapıları bile aratacak bir dağınıklığın yerleşik hâle geldiğini gözlemleyebiliriz.
Yukarıdaki durum tespitlerinin gelinen aşamada çarpıcı bir tarafı bulunmuyor. Yaşanan ‘yaratıcı tahripkârlığa’ teslim olma duygusu ve siyasetini dayatan sancılı dönemden çıkışın ne ve nasıl olacağı, meselenin bizatihi kendisine dönüşmüş durumda. Bu kıymetli soruyu farklı eğilimlerin fasit daireden çıkış çabalarının neticeleriyle mahkûm etmeye çalışmanın da bir anlamı yok. Mesela, son çıkış girişimini İslamcılık üzerinden okuyup mahkûm eden yaklaşımlar, aslında farkında olarak veya olmayarak aynı yaratıcı tahripkârlığın tabiî bir unsuru olarak hareket ediyorlar.
Bu noktada, bölgesel müesses nizama farklı dönemlerde hangi ideolojik şemsiye altında tepki verildiğinden ziyade, değişim çabalarının varlığının çok daha hayati önemi haiz olduğunu tespit etmek gerekiyor. Kaldı ki, son değişim talebinin ve muhtemelen bundan sonrakilerinin de İslamcılık etrafında şekilleniyor oluşunun organik tarihsel, siyasal ve toplumsal sahici sebepleri bulunuyor.
Bir asır önce, I. Dünya Savaşı veya Osmanlı sonrasında, bölgede ulus devletler düzenine geçildiği ilan edilmişti. Bir asır sonra hâlâ uluslaşma ve devletleşme sorunsalı, bütün bu aktörler için en başat sorun olmaya devam ediyor. Osmanlı sonrasında oldukça sığ bir okuma ile ‘ödüllendirme’ diye dillendirilen bu ‘ulus devletlerin’, aslında nasıl büyük bir cezalandırmanın parçası olduğu, bölgesel düzenin her güncellenme anında defaatle ortaya çıkmış durumda.
Bugün de benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Sözde ulus devletlerin durumu ne olacak ve beraberinde bölgesel statüko nasıl güncellenecek? Milenyumla birlikte, I. Dünya Savaşı’nın bölgemizdeki asırlık statükosunun son on yılına girilirken, Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesiyle başlayan yeni güncelleme ile ‘düzenin’ en büyük kriz sarmalı oluştu. Ortaya çıkan maliyetin iki eğilimi zuhur ettirmesi muhtemeldir. Birincisi ‘kriz ve maliyet’ çok daha artarak, fiktif ulus devletlerin krizlerinin büyütülüp ‘Balkanlaşma çözümleri’ne mahkûm edilmesi. İkincisi ise Arap İsyanları ile ilk acemi ‘düzen değiştirme’ girişiminin üzerine oturduğu organik siyasal, tarihsel, toplumsal ve ekonomi-politik dalganın daha iyi yönetilerek tekrar ortaya çıkması.
Odağına Suriye’yi alan bakış açısı, ikinci ihtimalin güçsüzlüğüne yatırım yapacaktır. Oysa Suriye, değişim taraftarları için isyan dalgasının son, statüko taraftarları için statükoyu korumak ve değişimi bastırmak için ilk duraktı. Dolayısıyla, yeni düzen arayışlarının sahnesinin, derin dalganın büyüdüğü başka bir bölge olması mümkündür.