Thüringen'de birinci, Saksonya'da ise ikinci oluyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aşırı sağ bir parti ilk kez birinci parti olmayı başardı. Bir zamanlar aşırı uç olarak görülen ve hatta demokrasi için tehdit teşkil ettiği düşünülen bu partilerin, bugün eyaletlerde birinci sıraya yerleşmesi tarihte bir ilkti. Popülizm ve aşırılığın en çok beslendiği ortamın belirsizlik, ekonomik krizler ve siyasi istikrarsızlık olduğu aşikâr. Bir yandan Rusya-Ukrayna savaşının Almanya ve küresel etkileri her geçen gün artarken, diğer yandan COVID-19 sonrası ülkelerin mücadele ettiği yüksek enflasyon, insanların gündelik yaşamlarını giderek zorlaştırıyor. Bu durum, halkı siyasi tercihlerini sorgulamaya ve radikal bile olsa alternatif arayışına itiyor.
Hitler'in Yükselişi ile Günümüz Arasındaki Benzerlikler
Hitler'in iktidara gelmesinden 90 yıl sonra. Ve 1924'teki Nazi yönetimiyle ünlü bir eyalet olan Thüringen'de tarih tekerrür ediyor. Tarihte Hitler'in iktidara gelişi de benzer bir sürecin ürünü; insanların yaşadığı ağır ekonomik şartlar ve belirsizlik, onları yeni bir kurtarıcı aramaya yönlendirmişti. Hitler'in yükselişi, Almanya'nın derin sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlarla boğuştuğu bir dönemde gerçekleşmişti. Weimar Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı sonrası kurulan genç bir demokrasi olmasına rağmen, Versailles Antlaşması'nın ağır koşulları halkın büyük tepkisini çekmişti. Ekonomik anlamda ise özellikle 1929'daki Büyük Buhran, Almanya'yı derinden sarsarak kitlesel işsizliğe ve geniş çaplı yoksulluğa yol açmıştı. İşsizliğin %30'lara ulaşması ve belirsizliklerin artması, mevcut hükümete olan güveni zayıflatmış, radikal partilere olan yönelimi artırmıştı.
Doğu Almanya'daki Göçmen Karşıtlığı ve Sosyal Dinamikler
Tekrar Eyalet seçimlerini değerlendirecek olursak, eyalet seçimlerini sadece tek bir faktöre dayandırmak yanıltıcı olabilir. Özellikle Doğu Almanya eyaletlerinde göç karşıtlığının güçlü olduğunu vurgulamak önemli bir nokta. Doğu Almanya, hâlâ Batı Almanya'nın ekonomik standartlarına ulaşabilmiş değil. Ayrıca, sosyalist rejim altında yaşamış toplumların, tarihsel olarak "ötekilere" karşı daha şüpheci bir tutum sergilediğini göz ardı etmemek gerekir. Bu durum, özellikle "öteki" olarak görülen yabancılara karşı Doğu Almanların daha belirgin bir mesafe koymasına neden oluyor. Yani bir yönüyle geçmişten gelen ideolojik saikler toplumlar da kısa zamanda değişebilmiş değil. Bu bağlamda, PEGIDA hareketinin bu bölgede kök salmış olması da tesadüf değil.
AfD'nin Yükselişi ve Göçmen Karşıtlığı
AfD partisinin yükselen oylarını incelerken, öncelikle seçim sürecinde hangi argümanları öne sürdüğünü ve seçmenlerin desteğini nasıl kazandığını değerlendirmek önemli. Günümüzde aşırı sağ denilince, göçmen karşıtlığı ile özdeşleşen bir siyasi çizgi akla geliyor. AfD, 2013 yılında kurulduğunda %5 barajını aşması bile Almanya için büyük bir tehdit olarak görülüyordu. Ancak, 2015 yılında Merkel'in açık kapı politikasını uygulamasının ardından AfD, oylarını rekor seviyelere taşıyarak merkez partilere ciddi bir rakip haline geldi. Günümüzde AfD, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %16 oy alarak dikkat çekici bir başarı elde etmiş ve gelecekte iktidar olma potansiyelini ortaya koydu. Özellikle 2025 Almanya seçimlerinde AfD'nin iktidar ortağı olması ihtimali, sürpriz olmayacak bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
Eyalet seçimlerinden önce Solingen'de DEAŞ tarafından üstlenilen saldırı ve saldırganın Suriyeli olduğu iddiaları kamuoyunda geniş yankı bulmuştu. Benzer şekilde, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden hemen önce Afgan bir kişinin Alman polisine saldırması da toplumsal hafızada yer edindi. Bu gelişmeler ışığında, AfD'nin göç karşıtlığı ve güvenlik konularına vurgu yaparak seçmenleri mobilize ettiği, mevcut toplumsal kaygıları ve güvenlik endişelerini kendi lehine çevirdiği görülüyor.
Rusya-Ukrayna Savaşının Seçimlere Etkisi
AfD ve Sahra Wagenknecht liderliğindeki BSW, Almanya'nın Ukrayna'ya yönelik silah yardımlarını sert bir şekilde eleştirerek, bu yardımların hem savaşı uzattığını hem de ülkenin ekonomik ve sosyal yapısına zarar verdiğini savunuyor. Özellikle AfD, Ukrayna'ya destek verilmesinin Almanya'nın tarafsızlığını zedelediğini ve Rusya ile ilişkilerin kötüleşmesine neden olduğunu öne sürerken, Wagenknecht ve BSW, savaşın Almanya'daki enerji krizini ve enflasyonu derinleştirdiğini vurguluyor. Her iki parti de Rusya ile iş birliğine dayalı ilişkilerin korunması gerektiğini savunarak, NATO ve Batı'nın Ukrayna'ya verdiği desteği eleştirmekte ve halkın ekonomik kaygılarına hitap eden popülist söylemlerle seçmen desteğini artırdı.
AfD, göçmen karşıtı ve Rusya'ya yönelik düşman politikalarını reddeden bir seçmen kitlesini etkileyebiliyor. Eğer bu eğilim devam eder ve Batı Almanya'yı da etkisi altına alırsa, Almanya'nın Çin ve Rusya yönünde bir eksen kayması yaşaması muhtemel hale gelebilir. Bu da hem Almanya hem de Batı ittifakı için zorlu bir sürecin başlangıcına işaret edebilir.