Son 2 asırdır dünyadaki tüm kırılma noktaları "kendinden başka kimseye tahammül etmemekle" oluşmuş. Çokuluslu şirketlerin çıkar enstrümanı olarak ortaya çıkmasını sağlayan aşırı milliyetçi akımların nihai hedefte nelere vesile olduğuna iyi bakmalıyız. Özellikle çok kültürlü, çok milletli ülkeler açısından bakıldığında hassas yaklaşılması gereken bir durum olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Tabii milli duygular, en kolay harekete geçirilebilecek konulardan biridir. Bu anlamda "kendinden başkasını yok sayan" noktaya evrilme, tehdit ve tehlikedir.
Fransa yeni dönemin Almanya'sı mı?
Fransa'daki son seçimler, söylemler ve kabul gören tüm siyasi figürler bize 30'ların Almanyasını hatırlatmaya başladı. Burada siyaseten bakılması gerekenin İngiltere olduğunu da gözden kaçırmamalıyız. Avrupa'da milliyetçi söylemler arttıkça, İngiltere'de İngiliz olmayan İngiltere vatandaşlarının siyaseten yükselişini paralel bir şekilde ele almamız gerekiyor. İran seçimlerinin sonucunu da biraz öyle değerlendirmemiz lazım. Çünkü etnik kimlikler üzerinden uygulanan siyasetin sonu büyüme değildir. Hele çok milletli devletlerin yapısı gereği "mono etnik" siyasete teslim olunması uçuruma götürür.
Fransa'nın içindeki siyasi süreç Avrupa'nın geneline yayılırsa büyük savaşın önünü kesemezsiniz. Almanya örneğinde olduğu gibi ırkçı yaklaşımlar, kullanışlı bir ortam oluşturur ama en fazla yapının kendisine zarar verir. Tabii pandemi süreci ile başlayan yeniden inşa dönemini ve sosyolojik değişimleri dikkate alarak yorumlamak önemlidir. Milli duygular, hassasiyet, vatan, bayrak, din, dil gibi toplumların ayakta durmasını sağlayan önemli konular, aşırı literatür ve eylemlerin devreye girmesine evrilirse bunun önüne geçmek mümkün olmaz ve süreç savaşsız bitmez. Avrupa tarihi aslında bize fazlasıyla malzeme veriyor.
O nedenle küresel değişimin bir parçası olarak görmemiz gereken, ilk başta aşırı "milliyetçilik" olarak gözüken sürecin ırkçılığa evrilmesi zor değildir. Ama bu süreç her ne kadar Avrupa merkezli gözüküyor olsa da, nihai hedefin içinde çok milletli, çok kültürlü yapıları olan ülkelerin olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Afrika gibi bölgelerden çıkmak zorunda kalan Fransa'yı, içindeki aşırı sağın yükselişi ile birlikte okumalıyız. Toplumsal mühendislik süreçlerinin tam da böyle kırılma dönemlerinde aktifleştiğini, olup bitenlerden bağımsız göremeyiz, görmemeliyiz.