Değerli dostum Alev Alatlı, bir televizyon programında söyledi bu sözleri ve bu sözleriyle yeni bir tartışma yarattı.
Aslında bu tartışmayı yapmanın tam da zamanıdır.
Kürtler’in şu bir türlü değişmeden kalan sosyolojisinin sebepleri nedir acaba?
Kürt aydınları ve siyasetçileri, devletin kendisi ve bölgede siyaset yapan partiler dahil bu sosyolojiye neden kayıtsız kalamıyorlar? Bu sosyolojinin çözülmesi yönünde değil, bu sosyolojiden yararlanma fikri neden bölgede siyaset yapmanın ve devletin varlığını tesis etmenin, temel ilkesi haline geldi?
Velhasılı Kürt toplumunda aşiret gerçeği ne zaman çözülecek?
Bir toplumu bu aşiret yapısı içinde tutan kim, hangi güç?
Alev Alatlı’nın işaret ettiği gibi aşiretin refahı engellemesi söz konusu mudur?
Yoksa, aşiret sosyolojisi çözülüyor da bu çözülmeyi engelleyen sebepler mi var?
Bu soruları çoğaltmak elbette mümkün.
Alev Alatlı, Kürt aydınlarının, evlilikler kurarken bile, bu sosyolojiye bağlılık içinde hareket ettiklerini ifade ediyor ki evet durum bu.
Kürt meselesiyle ilgilenmiş bu ‘davayı’ savunmuş aktörler, cezaevleri, sürgünler hatta ölümler olduğunda, gözünün arkada kalmasını istemediği için doğrusu ‘gözün arkada kalmamasını’ sağlayacak evlilikler yaptılar.
Cezaevine girersem, teyzemin kızı, amcamın kızı beni bekler diye düşündüler..
Vurulursam, çocuklarımın başında kalır ‘akraba anneleri’ diye hesap-kitap yaptılar.
Hiçbir Kürt aydını, daha doğrusu, gençlik yıllarından başlayarak ‘başını belaya hazırlamakla meşgul olmuş’ hiçbir bir Kürt aydını, bu hesapları yapmadan evlenmedi. Yakın zamana kadar durum buydu.
Aşiret içi evlilikler düne göre azaldı ama birkaç yıl öncesine gidin, aşiretin dışına, halka kız verilmezdi.
Ama büyük aşiretler birbiriyle yakın akrabalıklar kurarlardı. Güce güç katmanın bir yoluydu bu. Büyük imparatorlukların sürdürdüğü geleneğin benzeri bir gelenek, daha alt bir statü olarak aşiret federalizminde veya konfederalizminde de geçerliydi. Filan Mir’in kızı, filan mir’e, filan aşiretin kızı filan aşiretin beyine gelin gider.. Böylece kan bağı üzerine inşa edilmiş yeni bir güç çıkar ortaya.
Cumhuriyet döneminde ulus-devletin radikal temelde ve jakoben bir anlayışla inşasını savunan kurucu elitler, Kürt aşiretlerini, aşiret liderlerini yok ederek, sürgüne göndererek bertaraf edeceklerini düşündüler. Bu düşünceler önemli oranda hayata geçirildi de.
Medenileştirme projeleri, Dersime uygarlığı götürme düşüncesi filan, felaketle sonuçlandı.
Aşiret liderleri, şeyhler bir biçimde akarte ediliyordu ama o sosyolojiye modern ilişkileri sokmak, işte bu radikal cumhuriyetçilerin işine gelmiyordu pek. Bunun temel sebebi, makbul bir vatandaşlık kimliği olarak, Türk kimliğinin inşa sürecinde, başka bir kimliğin ortaya çıkmasına, hak talep etmesine duyulan tahammülsüzlüktü.
Kürtler’in aşiret ağalarını, beylerini, şeyhlerini toplumdan uzaklaştırmak, idam sehpalarına yollamak çok zor değildi. Ama geriye kalan sosyolojiyi değiştirme söz konusu olduğunda, işte bu göze alınan bir şey değildi. Çünkü Kürtler’in iki şeyle uğraşması istenmiyordu:
Ticaret ve siyaset...
Ticaret ve siyasetin aşiretten modern topluma geçilince, öngörülemeyen bir ulus fikri doğuracağına ve Kürt toplumunun bu fikir etrafında toplanacağına-bir çeşit uluslaşma- inanılıyordu.
Celal Bayar, DP’yi kurmak istediğinde, muhtemelen bu sebebi düşünerek, İsmet Paşa, kibarca şu ricada bulunmuştu: Celal Bey, bu partiyi Doğu Güneydoğu’da kurmasanız olmaz mı?
Olmuyordu tabi. Türkiye çok partili sisteme geçiyordu ve yeni kurulan partinin Kürtler’e yasaklanması ya da ülkenin bir bölgesinde kurulurken, bir başka bölgesinde kurulamaması, çelişkileri ve ayrımcılığı daha da derinleştirmekten başka bir şeye yaramazdı..
Devletin hali bu da, aşiret yapısının çözülmesi için peki, Kürtler’in yapabileceği hiç mi bir şey yoktu?
Kanaatimce pek az..
Konu ve tartışma önemli, umarım belli bir düzeyde sürüp gider.