Aslında, Türkiye'nin Suriye'de ve Amerikan himayesindeki terör odaklarına karşı, 6 Ekim günü bir askerî müdahale başlatması ve Amerika'nın da, Türkiye'ye aid bir SİHA'yı (silahlı, insansız hava aracını) bir savaş uçağı aracılığıyla düşürmesi ve hemen ardından da defalarca özür dilemesi ve amma üstü kapalı tehditlerde bulunmasına aldırmayan Türkiye'nin de, terör odaklarının bütün stratejik mekânlarını vurmaya devam etmesi üzerinde duracaktık ki.
*
Birileri için beklenmeyen ve de korkunç bir 7 Ekim günü yaşandı. Amerika'nın 11 Eylûl 2001'de karşılaştığı saldırıyı hatırlatan bir saldırı, siyonist İsrail rejiminin aşılamaz sanılan bütün hassas elektronik sistemlerini devre dışı bırakarak.
Sınırlar geçilemezdi, geçildi.
Siyonist İsrail rejiminin hava sahası üzerinde 'demirkubbe' adını verdiği ve her saldırıyı ânında önleyen, etkisiz hale getirdiği söylenen elektronik savunma sistemi de çöktü. (Ki, İsrail rejiminin 5 Ekim 1973'deki 'Yom Kippur Yenilgisi'nin 50. Yıldönümü'ndeki benzer durumlara, 4 Ekim tarihli yazıda değinmiştik.)
*
Burada bir noktayı, her şeyden önce bir noktayı belirtelim: Müslümanlar için 'İslâm'da savaş ahlâkı'nın temel ölçüleri Kur'an ve Sünnet-i Nebevî'de gösterilmiştir.
Bu kurallara göre, çocuklar, silahsız kadınlar ve hatta sivil erkekler ve yaşlılar ve de -hangi dinden olursa olsunlar- silâh kullanmayan din hizmetlileri de saldırının hedefi olmazlar. Yani, İslâm, savaşta her nasıl olursa olsun, düşman tarafa zarar vermek adına, her şeye asla cevaz vermez. Düşmanlara,aynıyla mukabelede bulunmaya da, hayır!!
Biz, Müslüman isek, kendi savaş ahlâkımıza göre hareket etmek zorundayız ve buna uymayan halleri inancımız adına verilen bir mücadelenin kaçınılmazları diye kabullenemeyiz, hoş göremeyiz.
*
Askerler konusunda ise.
Asker, -bir davâ, bir inanç veya ideoloji adına- bir mücadeleye atılan ve o mücadele esnasında öldürmeyi ve öldürülmeyi de baştan kabul eden kişidir.
*
Bunun dışında, sadece İsrail rejimi kurulduğu Mayıs- 1948'den değil, İngiltere ordusunun Osmanlı Ordusu'nu yenip Filistin'i işgal etmesi sonrasında, 2 Kasım 1917'de, Dışbakanı A. Balfour'un Yahudileri Filistin'e göç etmeye çağırması ve Müslüman topraklarına yüzbinleri bulan Yahudi göçünün gerçekleşmesinden beri, siyonist kaatiller çetesi, savunmasız kalan Filistin Müslümanlarını katliâm ve bombardımanlarla kitleler halinde öldürdü, öldürmekte...
Böyleyken...
Bu çaresiz insanların, 'Allah'dan gayrisi karşısında eğilmeyeceğiz ve teslim olmayacağız.' kararlılığıyla, yeni bazı sistemleri geliştirip böyle bir hamle geliştirmeleri karşısında, 'Yaşamaksa, hür ve izzetli olarak; ölmekse, yine izzetli olarak.' anlayışı içinde mücadele etmelerini, 'Yahu, yine ezilecekler.' diye uzaktan hayıflanarak eleştirmenin sağlıklı olup olmadığını düşünmek gerekir.
Şimdi, 2 gündür medya organlarında yığınla komplo teorileri, Amerika'daki 11 Eylûl 2001 Saldırıları'nın CIA tarafından; HAMAS'ın bu son 7 Ekim Eylemi'nin ve hattâ kendisinin de MOSSAD tarafından plânlanmış olabileceğini dair iddialar; hem de, alanlarında uzman sayılanlarca dile getiriliyor. Dahası, HAMAS, İran'dan ve diğer bazı ülkelerden yardım aldığını açıklarken, 'İran'la İsrail'in işbirliği yaptığını bile ekranlarda bile söyleyebilen, böylece Müslümanların cebhesinde yeni fitne tohumları ekmeye yönelik iddialar yürek yaralayıcı değil mi? Müslümanlar olarak, bir bütün olamıyorsak, susmayı da mı bilmiyoruz?
*
Tekrarlayalım, 'Hayatta kalmak için savunma hakkını sadece İsrail için' kabul eden herkes asıl suçludur ve onlar 'Batı değerlerine teslim olmayan Müslüman halkları, yok edilmesi, ezilmesi gereken zararlı yaratıklar' gibi görüyorlar. Onların muhatabı, sadece Filistin halkı değil, bütün bir 'İslam Milleti'dir.
*
(Bu konuya, Çarşamba günü de devam edeceğiz, inşaallah...)
*