Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan ve Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren görüşmenin kayıtlarının yayınlanması yayınlayanların beklediği sonucun doğmasına yol açmadı. Türkiye konuşmaların mahiyetinden çok sızdırılmasını konuştu.
Evet, devlet zaafiyetle suçlandı. Muhalefet savaş istemediğini tekrarladı. Bazıları Dışişleri Bakanı ve müsteşarları istifaya davet etti. Müdahaleye meşruiyet sağlamak için tartışılanların altı çizildi. Sosyal medya ve Türkiye gündemi doğal olarak bu konuya ayrıldı.
Ama aklı başında çoğunluk devletlerin dünyanın her yerinde böyle şeyleri konuştuğu ve konuşabileceği konusunda büyük ölçüde mutabakata vardı. Dünkü manşetlere ve yorumlara dinlenen yerine dinleme yansıdı.
***
İlk okuduğumda beni en çok MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın müdahale için gerekçe üretebileceğini söylemiş olması rahatsız etti. Ancak konuşmaların sızdırılan kısımlarının tamamına baktığımda söylediğinin gerekçe üretmekten ziyade, müdahale halinde Suriye’den gelecek tehdidin karşılanmasındaki zorlukları vurgulamak olduğunu gördüm.
Belli ki devletin tepesindekiler İŞİD’in tehdidini ciddiye almış, neler yapabileceğini ve yapılacak şeylerin ne gibi riskler içereceğini konuşmuş. Suriye konusunda kaçırılan fırsatları dostça bir ortamda değerlendirmiş. Soruna doğrudan müdahale yerine meşru kabul edilen muhalefetin desteklenmesi için yapılması gerekenleri tartışmış. Ve koordinasyonsuzluktan yakınmış.
Öyle anlaşılıyor ki masaya yatırılan yapılacak muhtemel bir müdahalenin uluslararası meşruiyet sorunu. MİT Müsteşarı’nın vurguladığıysa meşruiyetin bir şekilde sağlanabileceği ama asıl müdahalenin doğuracağı risklerin dikkate alınmasının şart olduğu. Bu yüzden de toplantıya katılanlar Türkiye’nin desteklediği muhalefetin silahlandırılması gereği üstünde duruyor.
Kararın ne şekilde çıktığını bilmiyoruz. Görebildiğimiz kadarıyla Türkiye Suriye’ye saldırmaya pek hevesli değil. Sınırlarını terör saldırılarından koruyamayacağının farkında, Suriye’nin elindeki askeri imkanların yaratabileceği sorunları görüyor, stratejisini ona göre belirliyor. Değişen bölgesel ve küresel dengeleri dikkate alıyor. Kısacası olabildiğince “rasyonel” hareket ediyor.
Ahlaki açıdan baktığınızda konuşmalarda eleştirecek çok şey bulmak tabii ki mümkün. Siyasi açıdan da öyle. Ben güvenlik bürokrasisinin böylesi eylemleri aklına bile getirmeyeceği bir Türkiye’de ve hatta dünyada yaşamayı arzu ederdim. Suriye sorununun asker ya da askeri unsur kullanmadan yönetilmesini isterdim. Güvenlik bürokrasisinin demokratik kontrolünü beklerdim.
Fakat ne yazık ki dünyanın hiçbir yerinde devletler ahlak üstünden dış politika yapmıyor. Diplomasinin gizli olması, MİT, MOSSAD, CIA gibi örgütlerin var olması da zaten siyasetin böyle yapılmadığına ve yapılmayacağına işaret ediyor. Suriye gibi sorunlar da galiba pek başka türlü yönetilemiyor. Sizin yapmadıklarınızı nihayetinde başkaları yapıyor.
***
Dünya siyasetinin doğasını değiştirmek için çaba harcamamız, yapılanları eleştirmemiz, savaş istemememiz son derece normal. Benim Suriye politikamız konusunda da ciddi çekincelerim var. Ancak var olan koşullar altında Türkiye’ye yönelik risk ve tehditlerin konuşulmasının da normal olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Normal olmayan bu tür konuşmaların yayınlabiliyor, Türkiye’nin zaafiyetlerinin ortaya dökülebiliyor olması.
Eğer başka bir ülkenin marifeti değilse bunun yapanların mutlaka yakalanıp yargılanması şart. Ama Youtube’un kapatılması, Türkiye’nin özgürlükleri kısıtlayıcı bir ülke görüntüsü vermesi şart değil. Çünkü ne Twitter’ın, ne Youtube’un kapanması orada yer alan bilgilere ulaşılmasına engel olmuyor. İsteyen istediği her şeye bir şekilde ulaşıyor. Sosyal paylaşım mecraları engellenemiyor. Sadece iktidar kendini ayağından vurmuş oluyor...