Medya 28 Şubat’ta sadece toplumu darbeye hazırlamakla kalmadı, bizzat iştirak etti. Daha doğrusu, 28 Şubat darbesinin kullanışlı silahı medya idi. Hürriyet’in, 14 Ağustos 1996 tarihinde ilan ettiği savaş sonrası, generallerle paslaşarak atılan manşetler ülkeyi adım adım darbeye götürdü.
28 ŞUBAT MİLLETE İHANET FETÖ'YE DELALET (2)
Darbelerin sonucunu, kullandıkları silahların gücü değil, öncesinde oluşturdukları algı operasyonunun etkisi belirler.
Bunu 15 Temmuz’da da gördük.
Bahsettiğimiz bu “toplumu darbeye hazırlama” görevini ise hep medya üstlenmiştir.
Her darbede, farklı hassasiyetleri kullanarak, “Asker gelsin daha iyi” dedirtmek ve darbe gibi bir hıyaneti; “Elden gitmekte olan Atatürk ilkeleri ve laikliğe sahip çıkmak” şeklinde yutturmak ancak medyanın inandırabileceği bir yalandır.
***
Ama 28 Şubat’ta medya, sadece toplumu hazırlamakla kalmamış, darbeye de bizzat iştirak etmiştir.
Daha doğrusu, 28 Şubat darbesinin silahı medyadır.
Nitekim...
28 Haziran 1996 tarihinde kurulan Refahyol Hükümeti daha icraata başlamadan, Hürriyet’in “70 yıllık imajımız güme gidiyor” şeklindeki “savaş” startından itibaren (14 Ağustos 1996) manşetleri takip ettiğinizde, generallerle paslaşarak ülkeyi nasıl; adım adım darbeye götürdüklerini açıkça görürsünüz.
28 ŞUBAT BİTTİ, SALDIRI BİTMEDİ
Medyanın, “28 Şubat”a giden süreçteki rolü malum.
Bendeniz asıl 28 Şubat’tan sonraki manşetlere dikkat çekmek istiyorum.
Zira asker, o MGK’da “hassasiyetlerini” balyoz gibi sıralamış, hükümet de onaylamıştı.
Bu “darbeli muhtıra”dan sonra komutanlar, bütün kamu kurumlarına, hatta özel kurumlara; kendi garnizonları gibi emir verir hale gelmişlerdi.
Ama manşetlerin öfkesi hiç dinmemişti.
***
Çünkü,“28 Şubat Darbesi” diye andığımız olay aslında, 28 Şubat 1997 tarihli MGK’da, Erbakan başkanlığındaki hükümete verilen “Muhtıra”dır.
Medya, o “Muhtıra”nın devamını getirmiş ve asıl “Darbe” 18 Haziran’da gerçekleşmiştir.
O MANŞETLERİN DERDİ NEYDİ?
Darbecilere “rampa” görevi yapan medya, FETÖ ve siyasi kanadın amaçlarına ulaşmasının tek yolu iktidarın düşmesinden geçiyordu.
Refahyol’un, Atatürk ilkelerine uyup uymamasının hiç önemi yoktu.
Onun için “yıkım ekibi” 28 Şubat sonrasında da hükümete “darbe” vurmaya devam etti.
Fetullah Gülen, “Beceremediniz gidin” diyor, Mesut Yılmaz “Alternatif hazır” manşetiyle görev beklediğini ilan ediyordu.
Nitekim aynı Yılmaz, daha Refahyol üç ayını doldurmadan “İndirme planı”nı Ertuğrul Özkök’e aktarmış, o da “İlk hedef Kazan” şeklinde manşet atmıştı.
Tesadüfe(!) bakın ki aynı gazete, 5 ay sonra, “Kudüs Gecesi” düzenlediği için gözaltına alınan “Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı ziyarete gitti” diye, Adalet Bakanı Kazan’a “Bakan değil militan” diyordu.
FETÖ firarisi Ergun Babahan’ın yönettiği SABAH ise iktidar ortağı DYP’nin vekillerine, “Tarihi görev sizi bekliyor” manşetiyle, “Partinizden ayrılın Yılmaz’ın kuracağı hükümeti destekleyin” talimatı veriyordu!
“HA GAYRET ÇATIRDIYOR...”
Tam o günlerde (21 Mayıs 1997) bir vesayet savcısı, iktidardaki partinin kapatılması için dava açarak “devirme” savaşına katkı sağlıyor, “Bu iktidarı yıkın” talimatı alan FETÖ ZAMAN’ı da, bunu manşetten müjdeliyordu!
Doğan’ın Milliyet’i, durup dururken attığı “Erbakan bırakıyor” manşetiyle, “Ha gayret, çatırdıyor” mesajı veriyordu.
Nihayet “darbecilerin amiral gemisi”nin kaptanıErtuğrul Özkök, “Gerekirse silah bile kullanırız” tehdidini gururla(!) manşete çekiyor ve köşesinden de “Nereye kadar” sorusuyla üzerine benzin döküyordu.
Bu “darbe”lere daha fazla dayanamayan Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel ile vardıkları mutabakat çerçevesinde, başbakanlığı ortağı Çiller’e devretmek üzere 18 Haziran günü istifa ediyor ve istifa mektubunda da bu mutabakatı kayda geçiriyordu.
Ama o da ne?
Erbakan’ın istifa haberi Hürriyet’e, “Refahsız arayış” manşetiyle giriyor, “Baba: Mektup beni bağlamaz” başlığıyla da, “arayış” istikametini gösteriliyordu.
Nitekim Demirel, “baba bir manevra”yla, yeni hükümeti kurma görevini, Yalım Erez ile bir duvar pası yaptıktan sonra“yıkım”da ciddi emeği olan Mesut Yılmaz’a veriyordu.
28 Şubat,“Manşetlerin 18 Haziran Darbesi”yle gerçek amacına ulaşmıştı.
MANŞETLERİN KABİNESİ DOĞAN'IN EVİNDE KURULDU
O günlerde Hürriyet’in bahçesine bir ses bombası atılmıştı.
20 Haziran’da hükümet kurma görevini alan Yılmaz, 29 Haziran Pazar günü, öğle saatlerinde Aydın Doğan’ın Beykoz’daki villasına “Geçmiş olsun” ziyaretine gidiyor.
Ama ne hikmetse bu ziyaret akşama kadar sürüyor.
Akşam Ankara’ya dönen Yılmaz, sabahleyin (30 Haziran Pazartesi) “55. TC Hükümeti”ni ilan ediyor.
Ama ne tesadüftür ki, Yılmaz’ın açıkladığı kabine, Doğan Grubu’nun o günkü Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde yerini almıştı bile.
Doğan medyasının yıllarca “Aydın Doğan’ın pijaması”nın altına gizlediği bu ziyaretin hikmeti, yeni kabinenin icraatlarıyla daha iyi anlaşılacaktı.
Zira Yılmaz, hiçbir ortak paydası olmayan partilerle, sadece komutanların talimatlarını ve kendisini oraya getiren medya gruplarının çıkarlarını yerine getirmek için zorlama bir koalisyon kurmuştu.
Özkök’ten özelleştirmeye özel ilgi
29 Haziran 1998 tarihindeki ihalede Garipoğlu’nda kalan POAŞ, bizzat Mesut Yılmaz’ın yönettiği 1,5 yıllık bir sürecin sonunda 3 Mart 2000 tarihinde yapılan adrese teslim yeni ihale ile Doğan Grubu’na aktarıldı.
Daha neler neler…
Bu hükümetin “mimarı” olan Ertuğrul Özkök, Başbakan Yılmaz’dan “Özelleştirme Kurulu Güneş’te” teyidini aldıktan sonra kolları sıvıyor ve 23 Eylül 1997 tarihli “Güneş Taner politikası desteklenmeli” başlıklı yazısında, “Türkiye'nin ekonomik konularda tam anlamıyla bir gerçekçiliğe ihtiyacı var. Ve yine herkes biliyor ki, hükümet içinde ‘gerçekçiliği’ Devlet Bakanı Güneş Taner temsil ediyor. Tayland'ın düştüğü duruma düşmemek için mutlaka ve mutlaka Güneş Taner'in ekonomide ağırlığını artırdığı bir zihniyete ihtiyacı var” diyerek açık destek veriyor.
Neden acaba?
AL SANA "VESAYET"
Doğan Holding’in kuracağı karton fabrikasına kredi almak için Hürriyet Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün, 22 Ekim 1998 tarihinde Güneş Taner ile yaptığı telefon görüşmesi bile tek başına her şeyi izah ediyor.
130 milyon dolarlık kredi için Güneş Taner’in “Başbakana bastırman lazım” cevabı üzerine “Adam telefonuma çıkmıyor. Daha dün ağzından çıkan şeyi manşet yaptık. Ulan yine de ben koruyorum adamı. Başbakan'a ana avrat küfredeceksin, sonra tekrar iyi adam olacaksın” diyor.
Bir gazetenin yayın yönetmeni, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı’na, “Sizi oraya ben getirdim, ben koruyorum. Ne istersek yapmak zorundasınız, yoksa…” diyor; başbakanın karşısına çıkıp küfretmekten bahsediyor.
Al sana “vesayetin amiral gemisi…”
Bu grup her zaman bu mantıkla çalıştı.
Hürriyet Yazı İşleri’nde çalışan bir arkadaşım, “Holdingin Ankara’da bir işi olduğu zaman, hükümet aleyhine haberi hazırlar; Ankara’dan gelecek habere göre kullanır veya kullanmazdık” demişti.
Yargı: “Özkök darbenin şerikidir”
Medyanın 28 Şubat darbesindeki kahramanlıkları(!), 28 Şubat Davası’nın 3 Temmuz 2018’de açıklanan Gerekçeli Kararı’nda tescil etmiştir.
21 yıl sonra darbecilerden sadece 21’ini cezalandıran Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin açıkladığı, "Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, önceden gizlice ittifak etmiş oldukları anlaşılmaktadır" denilen 3 bin 833 sayfalık karar metninin en can alıcı bölümü şöyledir:
“Meslek ilkelerini askıya alarak 28 Şubat darbesinin gerçekleştirilmesine sınırsız lojistik destek veren, çok sayıda medya kuruluşu ve medya mensubu, Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının taleplerine ve talimatlarına uygun haber ürettiler. Gerçek olmayan haberler yayınladılar, gerçek olan haberleri gizlediler, sanal irtica haberleriyle gündem oluşturdular. 28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök,Sabah Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Milliyet Yayın Yönetmeni Derya Sazakçok önemli rol oynadı. Medya desteği olmasaydı, 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Komutanların talimatıyla manşetler atanlar, haberler yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçlarının şerikleridir.”
Başka söze hacet var mı?
Peki, bu tescilli “Darbe şerikleri” neden yargılanmıyor?
Daha da vahimi, neden hâlâ bazı siyasiler; bu tür darbeci fosili döneklerde itibar arayarak, vesayetle savaşı şiar edinen partileriyle garip bir çelişki yaşıyor?
Ve yargı, neden “darbe”yi tescil ettiği halde, 28 Şubat mağdurlarının dramına son vermiyor?
O manşetler gazetecilik mi?
Bu darbe manşetleri, “gazetecilik” diye savunulabilir mi?
Asla…
Gazetecilikte; çırakların bile bildiği bir kural vardır:
Başlıklarınız tarafınızı belirler.
“Gerekirse silah bile kullanırız”manşeti, bir gazetecinin, darbe için “silah” kullanmasıdır.
Özkök’ün halefi Enis Berberoğlu, gazetecilik hatıralarından oluşan “Tarih Tanıklığı” kitabında, 27 Nisan e-muhtırası ile ilgili olarak, dönemin Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök için “Doğru tavır aldı, (haberi) büyütmedik. Doğan medyasından hiç kimse çıkıp bu bildiriyi savunmadı” diyor.
Zaten Özkök de o bildiri hakkında; 29 Nisan 2007 tarihli yazısında, “Artık böyle askeri müdahaleler bize yakışmıyor” diyor.
O halde…
Önceki çok daha vahşi askeri müdahaleleri bu millete yakıştıranlara yazıklar olsun…
YARIN:
FETÖ taktik verdi cunta darbe vurdu