S-400 konusunda Türkiye’yi sıkıştırmak, etkilemek veya politika değişikliğine zorlamak isteyenlerin elindeki sopa ABD yaptırımları… Eğer S-400 savunma sistemi Türkiye’de kurulursa ABD yönetiminin bir dizi yaptırım uygulamasını hayata geçireceği üzerinden bir ‘tehdit/uyarı’ fırtınası estiriliyor.
ABD’nin 2017’de çıkardığı CAATSA diye bir yasa var. Türkçe açılımı “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası”.
Özellikle Rusya savunma ve istihbarat sektörleriyle ilişki kuran kişi ve kurumları hedef alan bir yasa...
Bu yasa gündeme geldiği zaman aslında Başkan Trump’a yönelik bir kuşatma olarak algılandı; Kongre’nin zorlamasıyla Trump’ın bu yasayı imzalamak zorunda kaldığına dönük yorumlar yapıldı.
Kongre’nin amacı seçimlerdeki Rusya-Trump ilişkisine dair söylentiler üzerinden Başkanın elini daraltmak, özellikle İran ve Rusya konusunda yaptırımları hafifletecek adımlar atmasını engellemekti.
ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın Savunma Bakanımız Hulusi Akar’a gönderdiği mektup veya ABD kaynaklı kimi söylemler bir şekilde Türkiye’nin önüne bir dizi yaptırımın konulabileceği izlenimi uyandırıyor. Aslında böyle bir izlenim uyandırılması, başlı başına bir ‘baskı aracı’.
CAATSA’yı uygulama söylemi, Türkiye’nin ABD’nin hasımlarıyla mücadelesine destek vermesini, hasımlarıyla ilişki kurmamasını, aksi halde hasım muamelesi görerek yaptırımlara maruz kalabileceğini ifade ediyor.
Bu kadar benmerkezci, bencil ve üsten bakan bir yasa olamaz. ABD’nin yeni paradigması malum ‘ya bana yar olursun ya kara toprağa’ anlamına gelen ‘ya dostsun, ya düşman’ gibi absürt bir anlayışa dayanıyor. Sanki bütün dünya ABD için var ve herkes onların çıkarları için saf tutmak, kendini ona adamak zorunda!
Oysa ABD Türkiye’nin ne kadar düşmanı varsa hepsine kol kanat geriyor, yardım ve yataklık yapıyor. Türkiye’nin hasımlarının ABD kaynaklı bir motivasyonla hareket ettiğine dair toplumsal algı giderek yükseliyor.
En son Cumhurbaşkanımız Erdoğan konuşmasında “Terör örgütlerine en büyük desteği veren stratejik ortağımız” şeklinde bir vurgu yaptı.
Türkiye’nin düşmanı olan FETÖ’den PKK-PYD’ye kadar kim varsa ABD’nin koruması altında.
Eğer bir yaptırım sözkonusu olacaksa bunun muhatabı, dostunun düşmanına kucak açan ve düşmanlık yapmasına destek olan ABD olmalı…
Eğer bir yaptırım gündeme gelecekse, dostluk ve müttefiklik ilişkisini hiçe sayıp FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerine hamilik yapan ABD için gelmeli…
Dostluk ve müttefiklik ilişkisi ültimatomlarla, tehdit ve şantajlarla yürümez.
Son günlerde ABD’nin kimi adımlarının Türkiye ile dostluk ve müttefiklik ilişkileriyle bağdaşmadığına dair açıklamalar arttı. ABD Temsilciler Meclisi’nin kimi kararlarına, ABD Savunma Bakanı’nın mektubuna, YPG’yle ilişkilere yönelik tepkilerimizi hep ‘müttefiklikle bağdaşmayan tavırlar’ olarak nitelendiriyoruz. Ortada gerçekten de bir ‘bağdaşmama hali’ var.
Kimi ABD muhipleri bu tür baskıları mazur görür gibi yorumlar yapıyorlar. Onlara göre bu tür tehditler, Türkiye’nin eksen değiştireceği yönelik bir korkudan, yani ‘Türkiye’yi kaybetme korkusu’ndan kaynaklanıyormuş. Bu eğer kendilerine göre iyi niyetli bir kaygıysa attıkları adımlar hangi amaca hizmet eder; daha fazla yakınlaşmaya mı, daha fazla uzaklaşmaya mı?
Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’nun da söylediği gibi kimse Türkiye’ye ültimatom veremez, tehditkar bir yaklaşım içinde olamaz. Türkiye yaptırımlarla dize getirilebilecek bir ülke değildir. Eğer bir dostluk ve müttefiklik olsun isteniyorsa hem karşılıklı çıkarlara saygı duyulmalı, hem de samimiyet ve güven duygusuna dikkat edilmeli.