Her insan gibi biz de duygulardan müteşekkiliz. Nadiren de olsa kalemin ayarını kaçırabiliriz.
Ejderha, 1800'lerde doğdu; döl tutması muhtemelen öncesindeki birkaç asırdaki tarihi tercihlerimizle ilgilidir.
Sonrası malum, kündeye getirmek için boynumuza geçirdikleri urganı mütemadiyen yağladılar.
Son asrı, onar yıllık dilimlere bölsek ve kadim hikayemizi incelesek, bir yön olarak trendin hep aşağı doğru gitmekte olduğunu tespit edebiliriz.
"Hristiyanlara benzemenin ve içkinin haram olduğunun" açıklanması türkücü Volkan Konak'ı rahatsız etmiş. Ve çok sinirlenmiş.
Akla, "Acaba Cuma namazına gitmiş de hutbeyi mi dinlemiş?" sorusu da gelmiyor değil hani!
O kadar sinirlenmiş ki orta çağ şövalyesi(!) Atatürk kılıcını çıkararak kavisler çizmeye başlamış!
Oysa Atatürkçüler kof nağme kavisleri çizmezler değil mi?
Atatürkçü geçinenlerden de olmadığına göre Atatürk'ten geçinenlerden kendisi. Geçinsin, eyvallah...
Kimin konağı kimin volkanı ise, keşke olduğu yerde kalsa. Etrafta çocuklar olmasa, kendisine ağır konuşacağız. Biz mükellef adamlarız zira, dimağlarda kötü görüntülerin 'konak'lamasını istemiyoruz.
Biyolojisiyle olmasa bile, zihniyetiyle "ara eleman" oluşu bariz bu kişi, içtiği necisin sarhoşluğuyla Ali Erbaş Hoca'ya sarmış.
Hesaplamıştır bu laflarla ilgi toplayacağını. Bu ilgiyi toplarken, elbette saklanacağı gölgelikleri de hesaplamıştır.
Öyle görünüyor.
Şımarıklık deyip geçmek icap eder. Kişilik bazında ciddiye alınır tarafını bulamadık.
Düşünce işçiliğimizin kendimizce bir ciddiyeti var. Bu kişi için namluya daha fazla kelime sürmek istemeyiz.
Biz gölgeliklere nazar edelim.
Köyümüz büyükleri anlatırdı. Birkaç mahalle varmış bizim köyde. Her mahalle halkının unvanları olurmuş.
Seferoğluları, Tellioğulları gibi.
Aşağı mahalle halkının unvanı -muhtemelen Rumlardan kalma bir lakap- bijoğulları imiş.
Köy çocukları toplaşır meydanda oynarlarmış. Oynamaya giden çocuklardan biri eve geç dönünce anneden yemiş paparayı.
Anne, "Her akşam her akşam neden geç geliyorsun?" diye çıkışınca, avuç içiyle gözünden akan yaşları silmeye çalışan çocuk cevap vermiş: "Bırakmıyor ki aşağı mahallenin bijleri geleyim. Uyuyorum onlara, zamanı fark edemiyorum!"
Gel zaman git zaman "bırakmıyor ki aşağı mahallenin bijleri" bir deyim olarak kullanılmaya başlanmış.
Bir bıraksa bu "aşağı mahallenin bijleri" Atatürk'ün yakasını, adam hesap verecek ama bırakmıyorlar. Zira biliyoruz ki "İnsan ölünce ameli kesilir. Ancak üç amel kesilmez: Sadaka-i câriye, faydalanılan bir ilim ve arkasında kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk."
Bırakın da huzur içinde yatsın. Hayırlı bir çocuk olmamak için bu çabanız nicedir?
Bu yazıyı okuduktan hemen sonra açın Elon Musk'ın X platformunu ve arama yaptırın. Kasemle temin ediyorum yüzlerce paylaşım göreceksiniz Atatürk merkezli.
Ya tehdit etmek için şövalye kesilenlere ya da gölgesine saklanmaya çalışanlara rastlayacaksınız.
Hiçbirinin küçücük bir fikrî alt yapısının olmadığına şahitlik edeceksiniz.
Her fırsatta yemiş oldukları haltların muhafızı olarak onu gösteriyorlar. Sonra Müslümanları Atatürk düşmanı olmakla suçluyorlar.
Mesela; görülmüş mü hiçbir Müslümanın sûi emellerine Atatürk'ü alet ettiği?
Kendi özgürlüklerine (!) zeval gelecek endişesiyle, İslam düşmanlığına karşın kullanmaya çalıştıkları Atatürk kılıcını, galebe çalamadıkları her fırsatta ortaya çıkarıyorlar.
Sosyal medyada "Kemalizm kafasının skolastik ve arıza bir kafa olduğunu dünyaya da gösterdiler sağ olsunlar." cümlesine denk gelmiştim
Atatürk, resmen bu kafanın esareti altındadır.
Bu kafa, ırkçılığı bile Atatürk kisvesi altında bileyliyor.
28 Şubat döneminin şartlarını ve Müslümanlara yapılan baskıları, hakaretleri aynıyla iade edebilen merhum Hasan Karakaya, bir zamanlar Fatih Altaylı'nın kâbusu haline gelmişti. Karakaya Altaylı'ya atfen yazdığı bir yazıda Kemalistler için "kazurat takımı" kavramını kullanmıştı.
Filistin yürüyüşü, Disney ve Suud örneklerinden hareketle Karakaya'dan mülhem "kazurat takımının", Atatürk'ü kimi zaman "ideoloji" kimi zaman "meslek" olarak gördüğü aşikâr.
Tanpınar'ın dediği gibi, 'hiçbir şey yerli yerinde değil'; öyle bir yere düştük.'
Uğur Mumcu ne demişti? "Bu ülkede banka soyarken kar maskesi, ülkeyi soyarken de hep Atatürk maskesi taktılar". Ne müthiş bir tespit!
--
Kanser tutmuş vücuttan, elverir ki birkaç DNA bulunabilir. Burası belki, laboratuvar titizliğiyle çalışılırsa, bir iki nesil uğraştırsa da hayırhah bir hayatiyete ulaşılabilir.
Haftalardır maruz kaldığımız kanser hücrelerinin patolojik karşılığı tam olarak "anomi kuramıdır".
Bir sonraki yazımızda anomi kuramı üzerinde duralım.