Sürprizlerle yüklü bir dünyada yaşıyoruz. İngiltere Başbakanı David Cameron’un, Putin sonrası apar-topar ziyaretinden “İngiliz devlet aklının”, Türkiye ile Rusya arasındaki son yakınlaşmayı desteklediğini anladık!.. Avrupa’nın “jeopolitik dengelerini” Almanya-Rusya ittifakına oturtan geleneksel yapının çatlaması, Türkiye’nin “yeni aktör” olarak devreye girmesi, belli ki İngiltere’yi sevindirmiş. Devamı, Almanya’nın Türkiye politikasının “yıkıcı” (subversive) boyut kazanması beklenir mi, beklenir.
Zor bir ittifakla karşı karşıyayız: ABD’nin neo-concu siyaset eliti+ İsrail+ Almanya ve kontrolündeki AB dış politikası + dev enerji şirketleri + hedge fonları + savunma sanayi şirketleri...
Ülkeyi “bağımsız kılma” yolunda 2002-2009 arasında “IMF vesayetinden” kurtarmamız, 2009-2014 arasında küresel kriz karşısında kendi sorunlarını ulusal kaynaklarıyla yönetebilir noktaya taşımamız belli ki, çok geniş bir lobiyi rahatsız etmiş durumda. Nitekim, bir yıl önce emniyet-hukuk oligarşisi hattında karşılaştığımız “bürokratik darbe girişimi” (ki, buna artık GLADIO-B diyoruz) bu rahatsızlığın boyutlarını ortaya koyuyor.
Bu tehditi kontrol altına almış olmamız “rehavete” kapılmamız riskini doğurabilir, çünkü, bütün gelişmeler, “iyi çocuk olmayan” devletlere öldürücü darbenin ekonomiden geldiğini gösteriyor.
Rusya örneği önemlidir...
Rusya’da yaşanılanlar, “neo-emperyalizm”in bir “ibret-i alem” gösterisidir. Orada, yalnız, Rusya “yola getirilmiyor”, Türkiye’den başlayıp Brezilya, Meksika, Hindistan, Endonezya gibi çok geniş ve kalabalık bir coğrafyaya “gözdağı” veriliyor!.. Küresel sistemin patronlarının kırmızı çizgilerini fazla zorlarsanız, halkınızı, “70 sente” muhtaç ederiz anlayışı öne çıkıyor. (Bunu biz 1974 Kıbrıs Harekatı sonrasında yaşamıştık, demek, şimdi sıra Ruslar’da...) Konuya, “Putin meydan okudu, cevabını da aldı” gözlüğüyle bakarsak, dünyanın “yükselen ve bağımsızlaşan” uluslarını açıkça tehdit eden “neo-emperyalizmin” tuzağına düşmüş oluruz.
Bu nedenle... Artık günlük siyasetin rutin tartışmalarının dışına çıkıp, “ulusal ekonomimizin” şeffaf bir şekilde yapılandırılması ve “yaralanabilir, dış güçler tarafından saldırıya uğrayabilir” yönlerinin de enine-boyuna tartışılması gereken bir döneme girmiş bulunuyoruz. İstanbul’un organize sanayi bölgelerinden birinde başarılı işler yapan bir dostum önceki gün telefonda, “24’teki stüdyona sıkışıp kalma, buralarda birileri bizlere ‘5 liranız bile varsa dolar alın, ekonomiyi patlatacağız’ diyor, kötü bir komplo var” diye uyarıyordu. Rus ekonomisini enerji fiyatlarını düşürerek karıştıran o güç, belli ki, Türkiye’nin cari açığını ve enflasyonunu bu koşullarda düzeltmesinden rahatsız, birileri 2001 Krizi Senaryosu’na dönmeye çalışıyor.
2001 Krizi’nde, dönemin ekonomi bürokrasisi ile medya kuruluşlarının ağır sorumluluğu vardır. Benzer bir gafleti yeniden yaşamak gibi bir lüksümüz yok!..
Madem bir “devrim” başlattık...
Vladimir Putin’in Ankara’ya kadar gelip, AB ekonomilerinin geleceğini “Türk gazına” bağlaması adı konulmamış bir “devrim”dir. Son açıklamasından, Erdoğan’a “Bunları gazetecilerin önünde konuşmayalım, sonra Avrupa Birliği buraya yığılır” dediğini ve “Bizim kimseden korkumuz yok, her şeyimiz açık” cevabını aldığını anlıyoruz.
“Büyük oyun” kavramı, bugüne kadar Batılı güçlerin enerji alanlarındaki kapışması olarak adlandırıldı, tarihte ilk kez bu oyuna, Moskova-Ankara Hattı ekleniyor. Bu, önümüzdeki 5 yıl içinde Doğu Avrupa-Balkanlar-Kafkasya hattında bir yeniden ekonomik entegrasyon ve siyasi bütünleşmenin de habercisidir.
Bir “eksen kayması” mıdır, hayır. 1964 yılının başbakanı İsmet İnönü, Kıbrıs sorunu nedeniyle kendisine ağır bir mektup yazan Amerikan Başkanı Johnson’a “Yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur!” derken bir “eksen kaymasını”değil jeopolitik gerçekleri ifade ediyordu, nitekim, 10 yıl sonra Kıbrıs’a asker çıkardık.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DEİK konuşmasındaki şu sözlerini önemsiyorum: “Türkiye, AB’nin önünde kapı kulu değildir. Türkiye, bırakın boynunu eğmeyi, bırakın geri adım atmayı, asla ve asla azarlanacak, kendisine gündem belirlenecek, istikamet çizilecek bir ülke değildir.” “
Ulus olarak kritik bir dönemden geçiyoruz...
“Ekonomide kriz beklentisini” pompalayanlara dikkat edin... Onlar GLADIO-C’nin yeni ortaklarıdır...