Almanya Türkiye’yi dinliyormuş! Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) da kulaklarını dikmiş Türkiye’den yana! Ve bu haberler Almanya’nın Der Spigel dergisinde yayınlandıktan sonra, Tayyip Bey’ye saldırmak için aporta bekleyenlere günm doğdu. Vay efendim bu bir rezaletmiş! Nasıl olurmuş da Almanya, ABD bizi dinlermiş. Bu hükümetin beceriksizliğiymiş!
Her şeyden önce Batı, ta Osmanlı’dan bu yana casus üstüne casus salar üzerimize. Bizans’ın Yıldırım Beyazıd’ı öldürmek için Osmanlı karargahına yolladığı casuslardan tutun, Fatih’in İstanbul’un işgali sırasında Çandarlı’ya kucak dolusu altın vererek kuşatmayı geciktirmesini isteyen, rahip kılığında dolanan istihbaratcılara, hareme sokulan kadınların haremağalarının ellerine para sıkıştırarak dışarı yolladığı ve padişahların özel yaşantılarını, alışkanlıklarını, sevdikleri yemekleri anlatan mektuplara kadar nice bilgi vardır onlarca kitapta Batı’nın bize yönelik istihbarat girişimlerini anlatan.
Sonraları Babıali’deki Tercüme Odası, her milletin casusuyla doluydu. Bunun bilincine varan Abdülhamid Han, Yıldız Hafiye Teşkilatını kurmadı mı? Amacı hem dışarıdan hem de içeriden, Osmanlı’yla ilgili en hassas bilgileri, “vatan severlik ve istibdata karşı savaşmak” adına Batı’ya sızdıranları durdurmaktı. Tahttan indirilmesinin nedenlerinden biri de Osmanlı’dan Batı’ya bilgi akışını önlemesidir. Osmanlı’nın son yıllarında Süleyman Askeri ve Kuşcubaşı Eşref Bey’ler en çok casuslarla uğraşmışlardır. Anadolu’ya silah kaçıran Karakol Teşkilatının içine de sızmak için az çaba harcamamıştır kaltabanlar. İstiklal Savaşı öncesinde, Sıvas Kongresinden, Erzurum’a, Ankara’ya kadar sızmamış mıydı bunlar?
Cumhuriyet’in ilanı ve daha sonraki yıllarda Faşit hayranları hükümette kendilerine yer edinince, gizlilik diye bir şey kalmadı. Türk İstihbarat Örgütü MAH bütün bilgileri paylaşıyordu. Alman ve İtalyan casuslar Ankara’da cirit atarken şifre adı Cicero olan bir casusu Nazi Sefiri Von Papen, MAH’ın “olumlu referans vermesine inanan Intelligence Service’in de onayıyla” İngiliz Sefirinin özel uşağı olarak Alman Elçiliğine yerleştiriyor ve gerçek adı Elyesa Bazna olan, Arnavut asıllı bu casus çok hassas belgelerin fotoğraflarını çekerek Almanlara veriyordu.
Almanlar yenilmeye başlayınca MAH’da saf değiştirdi. Bu kez CIA’nin öncüsü OSS ve İngiliz istihbarat ötgütü MI6, Ankara’ya yerleşti. Soğuk savaş yıllarında, Türk istihbaratı CIA’nin bir alt birimi olarak çalışırken, Amerikalılar Genel Kurmay’ın ikinci katında, “JUSMMAT-ABD-Türkiye Askeri Yardım Örgütü” adına iki odada otuyordu. Bu yıllarda MİT’in gerek CIA gerekse de MI6’den yüklü miktarda para aldığını artık bilmeyen kalmadı. Bu sarmaş-dolaş yaşantıya ilk kez son vermeye çalışan, rahmetli Turgut Özal’dır. Türk subayı kimliğini yitiren ve NATO subaylığını benimseyenlerin MİT Müsteşarlığına atanmalarına son veren, MİT’i sivilleştirmeye çabalayan Özal belki de bu yolda yaşamını yitirdi; kendisine düzenlenen suikast girişiminin ardında MİT’i sivilleştirme isteğinin yattığı çok konuşulmuştu o günlerde.
MİT’in gerçek anlamda Milli bir istihbarat örgütüne dönüşmesine, salt Türkiye’nin çıkarları adına çalışmasına kapıları açan Tayyip Bey ve onun teşkilatın başına atadığı Hakan Fidan’dır! Neden mahkemelere çağrılmıştır Fidan? Neden İran’la ilişkisi olduğu yolunda yalanlar basında boy göstermiştir? Ergen kafalı, “istihbaratın” anlamını bile bilmeyen, her ülkenin güvenliği için istihbarat teşkilatlarının önemini kavramayan sözde gazeteciler, akıllara ziyan soular sormakta Fidan’a ve MİT’e hala! Ne adına? Demokrasi adına!! Amerika’lı ya da İngiliz bir gazeteci bu soruların binde birini sorsa“National Secrets Act—Ulusal Gizlilik Yasası” nı ihlalden o saat tutuklanır içeri atılır. Bizim tayfadaysa bir laubalilik, bir adam sendecilik ve milli güvenliği çiğnemenin çocuk oyuncağı olduğunu sanmak zavallığı... Evet, bu gün ABD, Almanya falan Türkiye’yi dinliyor; dinlemek de zorunda. Çünkü Gen.Kur’da odaları yok artık! Daha da önemlisi, MİT’in kapıları kilitli!